Anayasa Mahkemesinden kamu zararı tazmin kararı
|
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 15/5/2025 tarihinde, Musa Özalp (B. No: 2020/5754) başvurusunda Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. |
Olaylar
Başvurucunun imar ve şehircilik müdürü olarak görev yaptığı belediye ile sendika arasında 2011 yılında sosyal denge sözleşmesi imzalanmıştır. Sendika üyesi çalışanlara sosyal denge yardımı adı altında yapılacak ek ödemenin hangi dönemlerde ve ne miktarda yapılacağının düzenlendiği sosyal denge sözleşmesine 2016 yılında iki geçici madde eklenerek emekli olan memur personelin her birine sırasıyla 5.000 TL ve 10.000 TL olmak üzere ek sosyal denge tazminatı ödeneceği belirtilmiştir. Sayıştay, söz konusu ödemelerin mevzuatta öngörülmediği ve belediyeye ek mali yük getirdiği gerekçesiyle kamu zararının başvurucunun da aralarında bulunduğu sorumlulardan tazminine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine inceleme yapan Sayıştay Temyiz Kurulu (Kurul), söz konusu ödeme yükümlülüklerinin 15/3/2012 tarihinden sonra yapılan düzenlemelerle getirildiğini, bu nedenle 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun geçici 14. maddesi kapsamı dışında kaldığını belirtmiş ve Sayıştay kararını onamıştır.
Başvurucunun karar düzeltme talebi de Kurul tarafından reddedilmiştir. Kurul, harcama yetkilisi olarak başvurucunun sorumlu tutulmasında mevzuata aykırılık bulunmadığını, emeklilik ödemelerinin sosyal denge sözleşmesi kapsamında yer alamayacağını ve söz konusu işlemlerle kamu zararının oluştuğunu değerlendirmiştir.
İddialar
Başvurucu, denetim faaliyeti sonucu tespit edilen kamu zararının tazmin edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Somut olayda belediyenin bir kısım personele ek sosyal denge tazminatı ödemesinin dayanağını belediye ile sendika arasında imzalanan 2011 tarihli sosyal denge sözleşmesine 2016 tarihinde eklenen iki geçici madde oluşturmaktadır. Belediyede imar ve şehircilik müdürü olan başvurucu, sosyal denge sözleşmesinin tarafı olmayıp belediyece imzalanan sözleşmenin uygulanmasında harcama yetkilisi olarak görevlendirilmiştir.
Öte yandan Sayıştay ve Kurul kararlarının gerekçelerinde sosyal denge sözleşmesine yeni mali hükümler eklenmesine olanak bulunmadığı hâlde 2016 yılında kendi isteğiyle emekli olan personele sosyal denge tazminatı ödenmesinin 2011 yılında imzalanan sosyal denge sözleşmesine kanuna aykırı olarak ilave mali yükümlülükler getirilmek suretiyle yapıldığı, bu şekilde kamu zararına yol açıldığı belirtilmiştir.
Kurulun 11/9/2019 tarihinde karar düzeltme talebini değerlendirdiği ilamında başvurucu ve diğer sorumlular hakkında sorumluluk değerlendirmesi yapılmış, harcama yetkilisinin talimatı olmadan harcama yapılamayacağı belirtilmiştir.
Harcama yetkilisi olmayı kabul eden başvurucunun 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 32. maddesine göre harcama talimatını mevzuata uygun olarak verme görevi bulunmaktadır. Aksi takdirde aynı Kanun'un 71. maddesine göre sorumlu tutulabileceği kanun gereğidir. Harcama yetkilisinin sosyal denge sözleşmesini imzalayan taraflardan birisi olmaması sorumluluğun değerlendirilmesinde önem arz etmemekte olup harcama yetkilisinin harcamanın mevzuata uygun olup olmadığını değerlendirmesi gerekmektedir. Bu durumda başvurucunun bu değerlendirmeyi yapması sonucu harcama talimatı verebileceği gibi mevzuata aykırılığı tespit ederek harcama yetkilisi olmaktan vazgeçip bu sorumluluğu üstlenmemesi de mümkündür. Şu hâlde mevzuata aykırı bir harcamaya dair talimat veren başvurucunun kanunen yerine getirmek zorunda olduğu bir görevini yapmaması nedeniyle oluşan kamu zararından sorumlu tutulduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun bu sorumluluğu ilgili kanun hükümlerine göre Sayıştay tarafından tespit edilmiş ve başvurucu, Sayıştay tarafından yapılan yargılamada itirazlarını serbestçe ileri sürme imkânı elde etmiştir. Bunun yanında yargısal makamların kararlarının makul bir değerlendirme içermediği veya keyfî olduğu da söylenemeyecektir.
Başvurucunun yapılan ödemeye ilişkin olarak ilgililere karşı hukuksal yollara başvurabileceği, bu bağlamda Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin de sağlandığı gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı arasında olması gereken adil denge bozulmamış olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülüdür. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediği anlaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.




