Disiplin cezasında ölçülülük ilkesi örnek kararlar

disiplin cezalarında memurun işlemiş olduğu fiil ile verilen ceza arasında adil bir dengenin olması ölçülülük ilkesinin gereğidir. Ölçülülük ilkesi

Disiplin cezasında ölçülülük ilkesi örnek kararlar

disiplin cezalarında memurun işlemiş olduğu fiil ile verilen ceza arasında adil bir dengenin olması ölçülülük ilkesinin gereğidir. Ölçülülük ilkesi ile alakalı örnek danıştay kararları yazımızda yer almaktadır.

Disiplin cezasında ölçülülük ilkesi örnek kararlar

Disiplin cezasında ölçülülük ilkesi ile alakalı Danıştay Başkanlığı örnek kararlar 

Kanun koyucu hukuk devletinde kamu hizmetlerinin uyum ve düzen içinde yürütülmesini sağlamak amacıyla hizmeti sunan kamu görevlileri için disiplin düzenlemeleri içeren kurallar öngörebilir ve bu kurallara uyulmasını temin etmek amacıyla çeşitli disiplin yaptırımları benimseyebilir. Ancak disiplinekonu eylemler ile yaptırımlar arasında adil bir dengenin gözetilmesi de hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Eylem ile yaptırım arasında bulunması gereken adil denge "ölçülülük ilkesi" olarak da adlandırılmakta ve bu ilkenin alt ilkelerini de elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık ilkeleri oluşturmaktadır. Danıştay Başkanlığınca memurlara verilen çeşitli cezalar ölçülülük ilkesine aykırı olarak verildiğinden iptal edilmiştir. Örnek danıştay kararlarını yazımız ekinde yayımlıyoruz.

Danıştay 12. Daire Esas No  : 2013 / 6667     Karar No : 2016 / 6358     Karar Tarihi : 13.12.2016

İstemin Özeti : Mardin 1. İdare Mahkemesince verilen 14/03/2013 tarihli ve E:2012/1065; K:2013/422 Sayılı kararın, dilekçede yazılı sebeplerle 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Sağlık Bakanlığı Savunmasının Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Denizli Valiliği Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi: Davacının eyleminin "Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" olarak nitelendirilmesi suretiyle 125/D-d maddesinde yer alan suç kapsamında görülerek davacının 1 yıl kademe ilerlemesi durdurulması" cezası ile cezalandırılmasının "ölçülülük ilkesine" aykırılık oluşturacağından davaya konu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; Habur 112 Acil Sağlık İstasyonu'nda sağlık memuru olarak görev yapan davacı tarafından, Denizli İli Kale İlçesi Devlet Hastanesi'nde görev yaptığı dönemde hakkında başlatılan soruşturma sonucu 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/D-d maddesi uyarınca "1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması" cezası ile cezalandırılmasına dair Denizli Valiliği İl Disiplin Kurulunun 21/09/2011 tarih ve 2011/31 Sayılı kararına karşı yaptığı itirazın reddine dair Sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 30/11/2011 tarih ve 2011/VI-3 Sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, davacının sosyal paylaşım sitesinde Denizli İl Sağlık Müdürü hakkında "E. biliyor ona sorun.bu arada Sivas kangalları çok ürüyormuş. ama ben kangalları severim. Ona uygun kocabaş kafes yaptırdım. Çok şeker. Öptüm. Öpüldünüz... ve ... bunu sen bul peki neyi bulacaksın."şeklindeki ifadeleri kullandığı görülmekle davacının eyleminin sübut bulduğu anlaşıldığından 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/D-d maddesi uyarınca "1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması" cezası ile cezalandırılmasına dair işleme karşı yaptığı itirazın reddine dair işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Habur 112 Acil Sağlık İstasyonu'nda sağlık memuru olarak görev yapan davacı tarafından, Denizli İli, Kale İlçesi Devlet Hastanesi'nde görev yaptığı dönemde hakkında başlatılan soruşturma sonucu sosyal paylaşım sitesinde çalıştığı devlet hastanesinde bazı usulsüz işlemlerin yapıldığı ve kamu zararına neden olunduğu, bu işlemlerden de amir konumunda olan İl Sağlık Müdürünün haberi olduğunu belirten yazılar yayımladığı, bu yazılarda Denizli İl Sağlık Müdürü hakkında küçük düşürücü ve aşağılayıcı ifadeler kullandığından bahisle 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/D-d maddesi uyarınca Denizli Valiliği İl Disiplin Kurulu'nun 21/09/2011 tarihli ve 2011/31 Sayılı kararı ile "1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması" cezası ile cezalandırılması üzerine, anılan cezaya yaptığı itirazın reddine dair Sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 30/11/2011 tarih ve 2011/VI- 3 Sayılı kararının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının ( D ) bendinin ( d ) alt bendinde; "Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.

Anayasanın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesinde "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." hükmü yer almakta, "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin 1. fıkrasında ise "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükmüne yer verilmiştir.

Kanun koyucu hukuk devletinde kamu hizmetlerinin uyum ve düzen içinde yürütülmesini sağlamak amacıyla hizmeti sunan kamu görevlileri için disiplin düzenlemeleri içeren kurallar öngörebilir ve bu kurallara uyulmasını temin etmek amacıyla çeşitli disiplin yaptırımları benimseyebilir. Ancak disipline konu eylemler ile yaptırımlar arasında adil bir dengenin gözetilmesi de hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Eylem ile yaptırım arasında bulunması gereken adil denge "ölçülülük ilkesi" olarak da adlandırılmakta ve bu ilkenin alt ilkelerini de elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık ilkeleri oluşturmaktadır. ( AYM Genel Kurul Kararı B.K. B. No: 2013/1461, 12/11/2014 )

"Elverişlilik ilkesi", öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "zorunluluk ilkesi" öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç bakımından zorunlu olmasını ve "orantılılık ilkesi" ise, öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken orantıyı ifade etmektedir.

Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati ( görüşü ) açıklama ve yayma", buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temellerinden biri olup toplumun gelişmesi ve bireyin kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için vazgeçilmez koşullar arasında yer alır. Hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir. Anayasa'da sadece düşünce ve kanaatler değil, ifadenin tarzları, biçimleri ve araçları da güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar "söz, yazı, resim veya başka yollar" olarak ifade edilmiş ve "başka yollar" ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. ( AYM Kararı B.K. B. No: 2013/2602, 23/1/2014 )

İfade özgürlüğünün sözü edilen toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM'nin de ifade özgürlüğüne dair kararlarında sıkça belirttiği gibi, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü "haber" ve "düşüncelerin" değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler sebebiyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın "demokratik toplumdan" bahsedilemez ( B.K.. AİHM Handyside/Birleşik Krallık,B.No: 5493/72, 7/12/1976, §49 ).

Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, elektronik iletiler gibi haberleşme vasıtaları yoluyla da olabilir. Bir kişi haberleşme vasıtalarıyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa'da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir ( AİHM kararı için B.K.. Von Hannover/Almanya ).

AİHM, Axel Springer AG davasında, düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler; a ) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara dair bir tartışmaya sağladığı katkı, b ) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c ) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d ) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e ) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve f ) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir.

Bu kriterlerden özellikle "yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı"nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanınan kişiler gördükleri işlev sebebiyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu sebeple siyasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.

Anayasa Mahkemesi'nin Bekir Coşkun Başvurusunda bahsettiği üzere ( B. No.: 2014/12151 04/06/2015 ) yapılan sınırlama, hak ve özgürlüğün özüne dokunarak bu hak ve özgürlüklerin kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hâle getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır.

Öte yandan, kamu görevlilerinin iş yerlerinde gördüklerini iddia ettikleri yolsuzluk ve hukuka aykırı uygulamaları yasal yollardan şikayet etme hakları da bulunmaktadır. Davacı bu hakkını kullanmış, ancak adli makamların bu iddiaların doğru olduğuna dair kesinleşmiş bir kararı bulunmadan ilgilileri zan altında bırakacak ifadeleri de sosyal paylaşım sitesinde yayımlamıştır. Yazının bütünü değerlendirildiğinde; yazıda, ironik bir yaklaşım bulunmakla birlikte doğrudan ilgililere bir hakaret ve küçük düşürücü unsurlar içermemektedir.

Bu belirlemeler ışığında, soruşturma kapsamında yer alan tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden davacının eyleminin, "Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" olarak nitelendirilmesi suretiyle 657 Sayılı Kanun'un 125/D-d maddesi uyarınca disiplin cezası ile cezalandırılmış ise de, eylemin madde de yer alan disiplin suç tanımına uymadığı, olayda disiplin hukukunda yer alan "tipiklik" şartının gerçekleşmediği anlaşıldığından, davaya konu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolunda verilen idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 13.12.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Danıştay

12. Daire

Esas No                                : 2016 / 8859

Karar No                             : 2017 / 321

Karar Tarihi                        : 15.02.2017

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : Seçil Esmanur Erdem'i temsilen Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası İstemin Özeti : Trabzon İdare Mahkemesince verilen 07/05/2015 tarihli ve E:2014/1682; K:2015/726 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi : Selver Düdükcü Düşüncesi : İdare mahkemesince verilen kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava; beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (f) ve (g) alt bentleri gereğince "Devlet memurluğundan çıkarma cezası" ile cezalandırılmasına ilişkin 30.09.2014 tarihli ve 4324637 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; Başbakan'ın konvoyunda yer alan bir araca yumurta atılması olayıyla ilgili olarak, yumurtanın bir başka aracın dış yüzeyine çarparak yere düştüğü, amirine ya da bir başka şahsa isabet etmediği hususları dikkate alındığında, amir sıfatından kaynaklanan fiili bir tecavüzün varlığından söz etmenin mümkün olmadığının anlaşıldığı, davacının, Başbakan'a küfür içeren ifadelerle hakaret ettiği iddiasıyla ilgili olarak ise; soruşturma kapsamında alınan ifadeler ile olay yeri tutanağı ve emniyette yapılan teşhis sonucunda, davacı tarafından Başbakan'a karşı küfretme olayının sübuta erdiği, fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiili olarak değerlendirilmek suretiyle, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. Dosyanın incelenmesinden; beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan davacının, Başbakan'a yumurta atarak, küfür içeren sözlerle hakaret ettiğinden bahisle başlatılan soruşturma sonucunda Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılması üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (f) alt bendinde; amirlerine, maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak, (g) alt bendinde; memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiilleri, Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren haller arasında sayılmıştır.

Dava konusu olayda; beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan davacının, 22.11.2013 tarihinde programı nedeniyle Trabzon'da bulunan Başbakanın, kalacağı otele geçmek için kullandığı cadde üzerindeki ikamet ettiği binadan Başbakana yumurta attığı ve küfür içeren sözlerle hakaret ettiği, bu olayın koruma polisleri ve tanıklarca farkedilmesi üzerine davacı hakkında başlatılan soruşturma sonucu hazırlanan 18.02.2014 tarihli soruşturma raporunda cadde üzerinde ayakkabı mağazası bulunan M.B., bu mağazaya klima takmaya gelen B.K., yine o cadde üzerinde bulunan işhanında güvenlik görevlisi olarak çalışan Ş.Y 'nin tanık olarak alınan ifadelerinde özetle " Başbakanın geçtiği esnada bir kadın çığlığı ile "o....çocuğu" diye bağırıldığını duyduklarını fakat yumurta atıldığını görmediklerini" ifade etmişlerdir.

Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen Hukuk Devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstünlüğü kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan Devlettir.

Kanun koyucu hukuk devletinde kamu hizmetlerinin uyum ve düzen içinde yürütülmesini sağlamak amacıyla hizmeti sunan kamu görevlileri için disiplin düzenlemeleri içeren kurallar öngörebilir ve bu kurallara uyulmasını temin etmek amacıyla çeşitli disiplin yaptırımları benimseyebilir. Ancak disipline konu eylemler ile yaptırımlar arasında adil bir dengenin gözetilmesi de hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Eylem ile yaptırım arasında bulunması gereken adil denge, "ölçülülük ilkesi" olarak da adlandırılmakta ve bu ilkenin alt ilkelerini de elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık ilkeleri oluşturmaktadır.

"Elverişlilik ilkesi", öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "zorunluluk ilkesi" öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç bakımından zorunlu olmasını ve "orantılılık ilkesi" ise öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken orantıyı ifade etmektedir.

Soruşturma kapsamında yer alan tüm bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacının Başbakan'ın konvoyu geçerken "o.....çocuğu" şeklinde bağırdığı hususunun sübuta erdiği anlaşılmakla birlikte, davacının eyleminin memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareket olarak nitelendirilmesi suretiyle 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin (E) bendinin (g) alt bendinde yer alan fiil kapsamında görülerek meslekten çıkarılmasının ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturacağı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Bu duruma göre, davacının meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolundaki idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 15/02/2017 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

İdare Mahkemesi kararı hukuka ve mevzuata uygun olduğundan, temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Danıştay

12. Daire

Esas No                                : 2012 / 11321

Karar No                             : 2016 / 265

Karar Tarihi                        : 27.01.2016

İstemin Özeti : İstanbul 2. İdare Mahkemesince verilen 28.3.2012 tarihli ve E:2011/1227, K:2012/509 Sayılı kararın, dilekçede yazılı sebeplerle 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi : Kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, TCDD Birinci Bölge Müdürlüğünde başrevizör olarak görev yapan davacı tarafından, 25.11.2009 tarihinde yurt çapında uygulanan bir günlük iş bırakma eylemine katıldığından dolayı hakkında yapılan soruşturma sonucu TCDD Personel Yönetmeliği uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmasına dair 25.8.2010 gün ve 34 Sayılı TCDD Birinci Bölge Disiplin Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare mahkemesince, kamu görevlilerinin aynı tarihte bir gün süreyle işe gelmemesi şeklinde gerçekleşen eylemin ülkemizdeki demiryolu ulaşım hizmetlerinin dolayısıyla kişilerin seyahat özgürlüğünü önemli ölçüde etkileyeceği, bu çerçevede davaya konu işlem Anayasanın 90. maddesi gereğince iç hukukumuzun bir parçasını oluşturan uluslararası insan hak ve hürriyetlerine dair sözleşmeler ışığında irdelendiğinde de davacı hakkında uygulanan yaptırımın sözleşmeci ülkelere tanınan takdir yetkisi içerisinde demokratik bir toplumda gerekli olduğu ve ölçülülük ilkesini ihlal etmediği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11/2 maddesinde ifadesini bulan "başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla" ölçülü olarak tesis edildiği, davacının örgütlenme özgürlüğünün esasını etkilemeyeceği kanaatine varılmakla tesis olunan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

TCDD Personel Yönetmeliği'nin 100/5 maddesinde, "Kanun, tüzük, yönetmelik, karar, talimat ve emirlerde yazılı olan görevleri haklı veya zorlayıcı bir sebep olmaksızın yerine getirmemek veya eksik olarak yerine getirmek veya mevzuatın uygulanmasını zorunlu kıldığı hususları yapmamak veya yasakladığı işleri yapmak, Bu yüzden Kuruluş zararı meydana gelmişse bir üst derece ceza verilir." fiilini işleyenlere aylıktan kesme cezası verileceği, 105 maddesinde de, personele verilecek cezalarda ilgili personelin geçmiş hizmetleri sırasındaki olumlu çalışmaları, iyi veya çok iyi derecede sicil almış olması veya olayın meydana geliş nedenlerini dikkate alarak, hafifletici sebeplerin varlığına kanaat getirdikleri takdirde her olayda bu sebepler belirtilmek suretiyle bir aşağı dereceden ceza verebileceği yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, TCDD Birinci Bölge Müdürlüğünde başrevizör olarak görev yapan davacının, üyesi olduğu sendikanın almış olduğu karar üzerine 25.11.2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemine katıldığı, hakkında yapılan soruşturma sonucu, TCDD Personel Yönetmeliğinin 100/5 maddesi uyarınca eylemin aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması öngörülmüş ise de geçmiş sicillerinin olumlu olduğundan dolayı bir alt ceza uygulamasına gidilerek 25.8.2010 gün ve 34 Sayılı işlem ile kınama cezası ile cezalandırıldığı, anılan işleme yapılan itirazın reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bakılan davada, davacının, parasal hakları ile çalışma şartlarının düzeltilmesine dair taleplerin duyurulabilmesi ve bu konuya yönelik kamuoyu oluşturulabilmesi amacıyla üyesi olduğu sendikanın almış olduğu karar üzerine 25.11.2009 tarihinde toplu olarak ve ülke çapında uygulanan bir günlük iş bırakma eylemine katıldığı ve göreve gitmediği anlaşılmış olup sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, TCDD Personel Yönetmeliği'nin 100/5. maddesindeki fiilinin sübuta ermediği sonucuna ulaşılmıştır.

Bu duruma göre, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem sebebiyle davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, bu işleme karşı açılan davanın reddine dair idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 27.01.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Danıştay

12. Daire

Esas No                                : 2013 / 229

Karar No                             : 2013 / 8224

Karar Tarihi                        : 19.11.2013

İstemin Özeti : İstanbul 1. İdare Mahkemesince verilen 16.10.2012 tarih ve E:2012/307; K:2012/1598 Sayılı kararın, dilekçede yazılı sebeplerle 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi Kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:

KARAR : Dava: İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü emrinde Emniyet Amiri olarak görev yapan davacının 4 ay kısa süreli durdurma cezası ile tecziyesine dair 9.2.2011 gün ve 2011/583 Sayılı Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince: hukuki dayanakları somut bilgi ve belgeler ile ortaya konulamayan davacının 4 ay kısa süreli durdurma cezası ile tecziyesine dair işlemde: hukuka, hakkaniyete ve ölçülülük ilkesine uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.

Davalı idare tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 6/A-5. maddesinde "Amir ve üstlerine iletilmesi gereken bilgi ve buyrukları, zamanında iletmemek ya da olayları, olaylarla ilgili bilgileri amirlerinde ve resmen istenmesi halinde de görevli ve yetkili kuruluş ve kişilerden gizlemek" fiilinin 4 ay kısa süreli durdurma cezasını gerektirdiği hükme bağlanmış, 13. maddesinde ise,"Bu Tüzükte disiplin suçu olarak saptanan eylem, işlem, tutum, ve davranışlar dışında herhangi bir biçimde görevin takdir ve yerine getirilmesinde hoşgörü veya savsaklaması görülen memura kınama cezası verilir. Bu hoşgörü veya savsaklama Devleti veya kişileri zarar uğratmış veya hizmetin gecikmesine, durmasına ya da aksamasına neden olmuşsa, durumun ağırlığına ve zararın derecesine göre, daha ağır bir ceza verilebilir." hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memuru F. D.'ın 9.1.2011 gününde bir gece kulübünün önünde darp edilmesinin ardından söz konusu şahsın kumarhane tabir edilen mekanlarla çıkar ilişkisi olduğu, konu hakkında da gerekli adli bildirimlerin Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğünce ilgili yerlere yapılmaması sebebiyle söz konusu şahsın ve Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde Asayiş Büro Amiri olarak görev yapan davacının da aralarında bulunduğu bazı personel hakkında 27.1.2011 gün ve 2011/865 Sayılı görev emri üzerine yürütülen soruşturma sonucu düzenlenen 8.4.2011 tarihli raporda, 9.1.2011 günü saat 05:30 sularında Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Bölgesinde bulunan "Supper Club" isimli gece kulübünün otoparkında, polis memuru F. D.'ın söz konusu işyerinin personelince darp edilerek silahının zorla alındığı, olay yerine gelen polis memurlarının, adı geçenin davacı ve şikayetçi olmadığını beyan etmesi üzerine olay yerinden ayrıldığı, davacının bir gün sonra olayı öğrendiği halde olay yerinden cd kayıtlarını aldırmasına rağmen herhangi bir adli ya da idari işlem başlatmadığı, her ne kadar olayın mahiyeti itibariyle takibi şikayete bağlı bir suç olsa da olayın mağdurunun istirahatli polis memuru olması sebebiyle idari tahkikat başlatması gerektiği, bu sebeple davacının gerekli idari soruşturmayı başlatmaması sebebiyle kusurlu olduğu, bu sebeple Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 13. maddesi uyarınca kınama cezası ile tecziyesinin teklif edildiği, alınan ifadeler ve rapordaki bilgi ve belgeler ışığında, hakkında getirilen teklife uyulmayarak davacının, olayı aynı gün öğrenmesine rağmen ve cd kayıtlarını aldırmasına rağmen herhangi bir adli ya da idari işlem başlatmadığı gibi Cumhuriyet Savcılığına ve sıralı amirlerine zamanında bilgi vermediğinden bahisle Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 6/A-5 maddesi uyarınca 4 ay kısa süreli durdurma cezası ile tecziyesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, asayiş büro amiri olan davacının aynı gün olaydan haberdar olduğu, görüntülere ulaşmak için ekip gönderdiği ve görüntüleri aldırdığı, iki gün sonra polis memuru F. D.'ın kendisine olayla ilgili olarak bilgi verdiği ve şikayetçi olmadığını söylediği, bu yüzden adli bir işlem başlatılmadığı, olaydan sonra İlçe Emniyet Müdürüne bilgi verdiğini beyan ettiği, ancak davacının olayı aynı gün öğrendiği ve olay yerinden cd kayıtlarını aldırmasına rağmen herhangi bir idari veya adli işlem başlatılması için girişimde bulunmadığı gibi ilgili cumhuriyet savcılığına ve sıralı amirlerine bilgi vermediği dosya içeriğindeki bilgi ve belgelerin incelenmesinden anlaşılmaktadır.

Her ne kadar davacı tarafından takibi şikayete bağlı bir suç olduğundan bahisle ilgili cumhuriyet başsavcılığına bilgi verilmediği ileri sürülmekte ise de, ilgili polis memurunun yaralanarak silahının da alınmış olduğu görüldüğünden, anılan fiilin bu kapsamda şikayete bağlı bir suç olarak nitelendirilmesinin mümkün olmaması karşısında bu iddiaya itibar etme olanağı bulunmamaktadır.

Ayrıca idare mahkemesi kararında; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 126. maddesinde ilgililer hakkında soruşturmaya başlama süresinin cezanın niteliğine göre 1 ay yahut 6 ay olduğu, davacıya idari veya adli soruşturma açmaması hususunda yapılan ithamın, belirtilen sürenin geçmesinden çok önce yapıldığı, öte yandan getirilen teklifin kınama cezası olmasına rağmen, davacıya neden 4 ay kısa süreli durdurma cezası öngörüldüğünün ortaya konulamadığı gerekçelerine yer verilmiş ise de, ilgililer tarafından disiplin hukuku anlamında suç teşkil edebilecek fiillerin öğrenilmesinden itibaren bir an önce sıralı amirlerine haber verilmesi gerekliliğinin polislik mesleğinin zorunlu bir sonucu olduğu, kaldı ki soruşturmaya başlamak için gereken iznin davacı tarafından değil, mevzuatta belirtilen kişiler tarafından verileceği, ilgili makamların da gereken incelemeyi yapabilmesi için fiilin işlenmesinin hemen ardından olaydan haberdar olması gerektiği, oysa meydana gelen olayın davacının amiri tarafından farklı şekillerde öğrenildiği, ayrıca disiplin amir veya kurullarının, soruşturmayı yapan muhakkikin getirdiği teklifle bağlı olmadığı, mevzuatta öngörülen fiiller karşılığında getirilen cezaların tayin yetkisinin disiplin amir veya kurullarına ait olması karşısında, bu gerekçelerde hukuki isabet görülmemiştir.

Bu durumda; davacıya isnat edilen fiilin sübut bulmuş olması karşısında, davaya konu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle mahkeme kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 19.11.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YORUM EKLE