resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu örnek yargıtay kararı

resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ,trafik kazasında polise yanlış bilgi vermenin cezası,

resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu örnek yargıtay kararı

resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ,trafik kazasında polise yanlış bilgi vermenin cezası,

resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu örnek yargıtay kararı

resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu örnek yargıtay kararı 

Esas Numarası2015/489
Karar Numarası: 2019/682
Karar Tarihi: 28.11.2019
Kararı veren

Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi

Sayısı : 193-108

Sanık ... hakkında resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın TCK`nın 158/1-k, 35, 62, 52, 50 ve 58. maddeleri uyarınca 6.000 ve 8320 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.02.2008 tarihli ve 429-47 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 19.04.2012 tarih ve 12288-35413 sayı ile;

"1-05.10.2006 tarihli iddianame ile tavsif ve sevk maddeleri itibariyle sanık ... hakkında `nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs` suçundan açılmış bir kamu davası olmadığı veya ek iddianame düzenlenmediği halde ek savunma verilmekle yetinilerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesisi,

2-05.10.2006 tarihli iddiname ile sanıklar hakkında ayrı ayrı `Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan` suçlarından kamu davaları açıldığı halde ve tüm dosya kapsamı itibariyle yüklenen bu suçları sübuta ermesine rağmen haklarında ayrı ayrı mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, eylemleri dolandırcılık suçunun unsuru kabul edilerek hüküm tesisi...” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, sanığın TCK’nın 206/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.03.2013 tarihli ve 193-108 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 29.01.2015 tarih ve 24451-1599 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.03.2015 tarih ve 208985 sayı ile;

"...Dosya içeriğinde bulunan trafik kazası tespit tutanağı incelendiğinde, kaza mahallinde ... plakalı kamyonetin orta refüje çıktığı, aracın yanında ... ve ...`in alkollü ve yaralı vaziyette bekledikleri, sürücünün kim olduğunu sorulduğunda ...`ün aracın sürücüsünün kendisi olduğunu beyan ettiği, daha sonra hastanede aracı kendilerinin kullanmadığını sürücüyü bilmediklerini beyan ettikleri, olayın Anafartalar Polis Merkezi`ne intikal ettiği hususlarının belirtildiği, tutanakta araç sürücü hanesinin de boş bırakıldığı anlaşılmıştır.

Trafik Polislerince tutulan 29..04.2006 tarihli tutanak incelendiğinde, ... ve ...`ün kazayı kendilerinin yaptığını ve başka kimsenin olmadığını beyan etmeleri üzerine sürücünün kim olduğu sorulduğunda, ... isimli şahsın sürücünün kendisi olduğunu beyan ettiği, kendisine sürücü belgesinin ve kimliğinin olup olmadığı sorulduğunda, üzerinde hiçbir belgenin olmadığını beyan ettiği, bu sırada ...`in babası olan ...`in olay yerine geldiği, polis merkezine ait 73 18 kod nolu ekip ile birlikte yaralıların Çanakkele Devlet Hastanesine gittikleri, ... ve ...`ün tedavilerinden sonra polis merkezine getirildiklerinde, araç sürücüsünün kendileri olmadığını beyan etmeleri üzerine kaza tutanağının sürücü hanesinin boş bırakıldığına ilişkin tutanak tanzim edildiği belirtilmiştir.

Dosyada mevcut adli raporlara göre, ...`in 186 promil alkollü olduğunun, sol omuz hareketlerinin ağrılı olduğu ve Basit tıbbi müdahale ile iyileşebileceğinin belirtildiği, ...`ün de, 230 promil alkollü olduğunun ve Basit tıbbi müdahale ile iyileşebileceğinin belirtildiği, ...`in adli raporunda ise, alkolsüz olduğunun ve yaralanmadığının tespit edildiği anlaşılmıştır.

Şüpheli sıfatıyla beyanı alınan ...`in kaza yapan aracın sürücüsünün kendisi olduğu yönünde ifade verdiği, şüpheli sıfatıyla beyanları alınan ... ve ...`in de kaza yapan aracın sürücüsünün ... olduğu yönünde ifade verdikleri anlaşılmıştır.

Dosyada mevcut Türkcell HTS raporuna göre, 29.04.2006 günü saat 02.54`ten itibaren ... ve ...`ün, ... ile telefon görüşmeleri yaptıkları anlaşılmış, polis memurları olan .... ile...`ın da tanık sıfatıyla alınan beyanlarında, telefon görüşmelerinden daha sonra ...`in olay yerine geldiğini beyan ettikleri anlaşılmıştır.

Kaza sırasında alkollü olan ve aracın gerçek sürücüsü olduğu anlaşılan ... hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokmak ve taksirle yaralama suçlarından soruşturma yürütülmesi gerekmektedir. Kaza yerine sonradan gelen ve ...`ün eylemini üstlenen sanık ... Güngör`ün TCK`nun 270. maddesinde düzenlenen suç üstlenme suçunu işlediği, sanık ...`in, gerçek araç sürücüsü olan ...`ün alkollü olması sebebiyle sigortadan para alabilmek için suçu üstlendiği anlaşılmıştır. Sanık ... Güngör`ün, suç üstlenme suçunu yerine resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan cezalandırıldığı anlaşılmış ise de, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan verilen para cezasının kesin nitelikte olması nedeniyle temyiz isteminin reddine karar verilmesi yerine kararın onanması yasaya aykırı olmuştur.

Olay yerine sonradan gelen ...`in suçu üstlenme çabası içerisine girdiği, sanık ... ile görüşen ... ve ...`ün, kazayı yapan şahsın ... olduğu yönünde beyan vermeye karar verdikleri, bu kapsamda, sanık ...`in şüpheli sıfatıyla alınan beyanında, aracı babasının kullandığı yönünde ifade verdiği, doğrudan ...`in beyanına istinaden düzenlenmiş bir tutanak bulunmadığı, kaza tespit tutanağı dışında düzenlenen 29.04.2006 tarihli tutanağın, kaza tespit tutanağının sürücü hanesinin neden boş bırakıldığını açıklayan mahiyette bir tutanak olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle, sanık ...`in üzerine atılı resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun yasal unsurlarının gerçekleşmediği, sanık ... Tüker`in eyleminin babası olan ...`in suç üstlenme suçuna iştirak kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Yerel mahkemece sanık ...`in suç üstlenme suçuna iştirak suçundan cezalandırılması yerine, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan mahkumiyetine karar verildiğinin anlaşılması karşısında, Dairece hükmün bozulması yerine onanmasına karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu...." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK`nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 30.04.2015 tarih ve 5959-24637 sayı ile sanık ... yönünden itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu mu, suç üstlenme suçunu mu, yoksa müşterek faillik veya yardım suretiyle suçluyu kayırma suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ün olay günü Çanakkale ilinde bulunan ...’de alkol kullanıp eğlendikten sonra 17 FA ... plakalı araçla otelden ayrıldıkları, Çanakkale ili Troya Caddesi yeni sanayi yanında orta refüje çarpıp takla atmak suretiyle kaza yaptıkları, kaza mahalline görevli polis memurları tanıklar... ve... ulaştıklarında sanık ve inceleme dışı sanık ...`ü yaralı vaziyette gördükleri, sanık ve inceleme dışı sanık ...’in kazayı kendilerinin yaptığını ve başka kimsenin olmadığını söylemeleri üzerine araç sürücüsünün kim olduğunun tanık olan polis memurlarınca sorulduğu, inceleme dışı sanık ...’in sürücünün kendisi olduğunu beyan ettiği, bu konuşmalardan sonra olay yerine başka bir araç ile sanığın babası olan inceleme dışı sanık ...`in geldiği, araç içerisinde oğlu olan sanık ile bir süre konuştuktan sonra görevli polislerce yaralı şüphelilerin hastaneye götürülmesine müteakip polis merkezine intikal edildiği ve burada inceleme dışı sanık ...’nın kaza yapan aracı kendisinin kullandığını beyan ettiği, sanık ve inceleme dışı sanık ...’in de beyanlarında inceleme dışı sanık ...’yı doğruladıkları, görevli polis memurlarının düzenledikleri kaza tespit tutanağında sürücü hanesini boş bıraktıkları, sanık ve inceleme dışı sanıkların resmî belgenin düzenlenmesi sırasında yalan beyanda bulundukları şüphesiyle soruşturma başlatıldığı,

29.04.2006 tarihli trafik kazası tespit tutanağında özetle; kazanın saat/dakika hanesine “02.50”, kazaya karışan sürücüler hanesine “Tespit edilemedi”, kazanın özeti hanesine de “Kaza mahallinde 17 FA ... plakalı kamyonetin orta refüje çıktığı, aracın yanında ... ve ...’in alkollü ve yaralı vaziyette bekledikleri, sürücü kim olduğunu sorduğumuzda ... kendisinin kullandığını beyan ettiği, daha sonra hastanede biz kullanmadık, sürücüyü bilmediklerini beyan etmişler. Olay Anafartalar Polis Merkezi Amirliğine intikal ettirilmiştir... Sürücünün asli kusurlardan doğrultu değiştirme manevralarını yanlış yapma kuralını ihlal ettiği görülmüştür.” şeklinde yazıldığı,

Kaza tespit tutanağının sürücü hanesinin boş bırakılma nedenini açıklayan 29.04.2006 tarihli tutanakta özetle; polis memurlarınca, kaza mahallinde 17 FA ... plakalı siyah renkli Nissan marka kamyonetin orta refüje çarparak takla atması neticesinde orta refüj üzerinde hasarlı vaziyette olduğunun tespit edildiği, kaza yapan aracın yanında sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ün yaralı vaziyette bulunduklarının görüldüğü, polis memurlarınca sanık ve inceleme dışı sanık ...’e “Geçmiş olsun. Kazayı siz mi yaptınız ve sizden başka araçta kimse var mı, yok mu?” diye sorulduğunda, kazayı kendilerinin yaptığını ve başka kimsenin olmadığını söylemeleri üzerine kendilerine sürücünün kim olduğunun sorulduğu, inceleme dışı sanık ...’in de sürücünün kendisi olduğunu beyan ettiği, inceleme dışı sanık ...’ten sürücü belgesi ve kimliği istenildiğinde ise üzerinde hiçbir belgenin olmadığını söylediği, bu sırada olay mahalline 34 ZS ... plakalı Honda marka araç ile sanığın babası olan inceleme dışı sanık ...’in geldiği ve yaralılar ile birlikte Çanakkale Devlet Hastanesine gittikleri, yaralı olan sanık ve inceleme dışı sanık ...’in tedavilerinden sonra tahkikat için polis merkezine getirildiklerinde araç sürücüsünün kendileri olmadığını beyan etmeleri üzerine kaza tespit tutanağındaki sürücü hanesinin boş bırakıldığına dair bu tutnağın tanzim edildiği bilgilerine yer verildiği,

Sanık ve inceleme dışı sanıkların kaza sonrası muayene edilmeleri sonucunda düzenlenen Çanakkale Devlet Hastanesi’nin 29.04.2006 tarihli genel adli muayene formlarında; sanık ve inceleme dışı sanık ...’in basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandıklarının, sanığın 1.86 promil, inceleme dışı sanığın 2.30 promil alkollü olduklarının, inceleme dışı sanık ...’nın ise herhangi bir yaralanması olmadığının ve alkolsüz olduğunun tespit edildiği,

Yerel Mahkemece Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş.’den inceleme dışı sanık ...’nın 29.04.2006 tarihli konuşma dökümü ile arayan ve aranan numaraların kimler adına kayıtlı olduğunu gösterir bilgileri haiz yazının gönderilmesinin istenmesi sonucunda dosya içerisine giren 22.12.2006 tarihli yazı ekindeki “Turkcell HTS Paporu” başlıklı belgeye göre; inceleme dışı sanık ... adına kayıtlı GSM hattından inceleme dışı sanık ...’ya ait GSM hattının 29.04.2006 tarihinde saat 02.54 ve 03.04’te olmak üzere iki defa arandığı, ilk konuşmanın 32 saniye, ikinci konuşmanın 12 saniye sürdüğü, sanık adına kayıtlı GSM hattından inceleme dışı sanık ...’ya ait GSM hattının ise 29.04.2006 tarihinde saat 02.58’de arandığı ve konuşmanın 11 saniye sürdüğü, belirtilen tarihte saat 02.54’ten önce inceleme dışı sanık ...’ya ait GSM hattını arayan kimsenin olmadığı,

Anlaşılmaktadır.

Tanık...; olay günü görevli olduklarını, haber merkezinden anons gelmesi üzerine çalışma arkadaşı... ile en fazla 4-5 dakika içerisinde kaza mahalline ulaştıklarını, olay yerinde kısmen yaralı iki şahıs fark ettiklerini, kendilerine sorduklarında bu şahısların “Kazayı biz yaptık, araçta bizden başka kimse yoktu.” dediklerini, sürücünün kim olduğunu sorduklarında inceleme dışı sanık ...’in sürücünün kendisi olduğunu söylediğini, alkollü olduklarının belli olduğunu, sanık veya inceleme dışı sanık ...’in telefon görüşmesi yaptığını ancak hangisinin, kiminle telefonda görüştüğünü bilmediklerini, bu telefon görüşmesinden sonra olay yerine inceleme dışı sanık ...’nın geldiğini, “Çocukların durumu nasıl?” diye sorduğunu, önemli bir şeylerinin olmadığını söylediklerini, üzerinin düzgün görünümde olduğunu ve kaza yapan araçtan çıkmış bir hâlinin bulunmadığını, oğlu olan sanığı olay yerinde kendi aracına bindirip bir şeyler konuştuğunu, daha sonra hep birlikte hastaneye gittiklerini, inceleme dışı sanık ...’nın hastanede de aracın kendisi tarafından kullandığına dair bir beyanının bulunmadığını, karakola geldiğinde ise aracı kendisinin kullandığını söylediğini, sanık ve inceleme dışı sanık ...’in de inceleme dışı sanık ...’nın beyanını doğrular nitelikte beyanda bulunduklarını, aracı kullandığını beyan eden inceleme dışı sanık ...’nın kaza anında araçta olmadığını ve sonradan olay yerine geldiğini gözlemlediklerini,

Tanık...; olay günü görevli olduklarını, haber merkezinden anons gelmesi üzerine kaza mahalline gittiklerini, olay yerinde kısmen yaralı iki şahıs fark ettiklerini, kendilerine sorduklarında bu şahısların “Kazayı biz yaptık, araçta bizden başka kimse yoktu.” dediklerini, sürücünün kim olduğunu sorduklarında inceleme dışı sanık ...’in sürücünün kendisi olduğunu söylediğini, yaralı şahısların telefon görüşmesi yaptıklarını, bu telefon görüşmesinden 15-20 dakika sonra olay yerine inceleme dışı sanık ...’nın geldiğini, oğlu olan sanığı olay yerinde kendi aracına bindirip bir şeyler konuştuğunu, giyim kuşamından kazayı yapmış araçtan çıkmış bir hâlinin olmadığını, daha sonra hep birlikte hastaneye gittiklerini, inceleme dışı sanık ...’nın hastanede de aracı kendisinin kullandığına dair bir beyanda bulunmadığını, karakola geldiğinde ise aracı kendisinin kullandığını söylediğini, sanık ve inceleme dışı sanık ...’in de inceleme dışı sanık ...’nın beyanını doğrular nitelikte beyanda bulunduklarını, aracı kullandığını beyan eden inceleme dışı sanık ...’nın kaza anında araçta olmadığını ve sonradan olay yerine geldiğini gözlemlediklerini, düzenledikleri tutanağın doğru olduğunu,

Tanık ...; ...’de çalıştığını, inceleme dışı sanık ...’nın otelin üyesi olduğunu, olayın nasıl olduğunu bilmediğini, bir gece inceleme dışı sanık ...’nın oğlu olan sanığın gece kulübüne gelerek, alkol kullandığını, hatırladığı kadarıyla saat 01.00 sıralarında da inceleme dışı sanık ...’nın geldiğini, oğlunu almaya geldiğini söylediğini, ertesi gün de inceleme dışı sanık ...’nın otele uğradığında kazadan bahsettiğini, ancak bu kazayı kendisinin mi oğlunun mu yaptığını bilmediğini, otelden çıkarken aracı kimin kullandığını görmediğini,

Soruşturma evresinde ifade sahibi olarak dinlenen inceleme dışı sanık ...; 29.04.2006 tarihinde saat 00.10 sıralarında sanık ile birlikte ...’e gittiklerini, birlikte alkol kullandıklarını, daha sonra alkollü olmaları nedeniyle sanığın, babası olan inceleme dışı sanık ...’yı aradığını, alkollü olduklarını ve kendilerini ...’den almasını istediğini, yaklaşık 10 dakika sonra plakasını göremediği bir araçla inceleme dışı sanık ...’nın geldiğini, gelen aracın ön sağ koltuğuna sanığın, arka koltuğuna da kendisinin oturduğunu, aşırı alkollü olduğu için kafasını arka koltuğa yasladığını, bir ara büyük bir gürültü duyduğunu, irkilerek sarsıldığını, kalktığında inceleme dışı sanık ...’nın “Bekleyin. Hemen yardım getiriyorum.” diyerek yanlarından ayrıldığını, bir müddet sonra polislerin geldiğini, hastaneye nasıl geldiğini hatırlamadığını, aracı kullanan inceleme dışı sanık ...’dan şikâyetçi olmadığını,

İnceleme dışı sanık ... kovuşturma evresinde farklı olarak; o gece ...’e sanıkla giderken kazaya karışan Nissan marka aracı sanığın kullandığını, otelde eğlendikten sonra inceleme dışı sanık ...’yı kimin aradığını hatırlamadığını, inceleme dışı sanık ...’nın otele geldiğini, otelden ayrılırken aracı inceleme dışı sanık ...’nın kullandığını, yani kazayı inceleme dışı sanığın yaptığını, kaza sonrası olay yerine gelen polisler “Kazayı kim yaptı?” diyerek sıkıştırıp baskı yaptığı için kendisinin de “Kim yaptıysa yaptı, ben yaptım.” diye söylediğini, çünkü önemli olanın o olmadığını, yardım çağırmaya gittiği için inceleme dışı sanık ...’nın orada olmadığını, inceleme dışı sanık ...’nın aracı kullandığı hâlde neden herhangi bir yarasının olmadığını bilmediğini,

İnceleme dışı sanık ... aşamalarda; 29.04.2006 tarihinde saat 02.00 sıralarında oğlu olan sanığın kendisini aradığını, arkadaşları ile ...’de eğlendiklerini araç kullanamayacak kadar sarhoş olduğunu söylemesi üzerine, aracıyla otele gittiğini, aracını orada bırakıp sanığın otele giderken kullandığı Nissan marka aracı kullanmaya başladığını, kaza mahallinde önüne köpek veya başka bir şey çıkınca direksiyon hâkimiyetini kaybederek kaza yaptığını, telefonunun yanında olmadığını, oğlu olan sanığın telefonunu kullanmak da aklına gelmediğini, araç içerisinden çıktıklarını, ilk aklına gelenin ...’e gidip arabasını alarak çocukları hastaneye götürmek olduğunu, yürümeye başladığını, daha sonra plakasını ve sürücüsünü hatırlayamadığı yoldan geçen bir kamyonete bindiğini, ...’e gittiğini, orada bıraktığı aracını alıp olay yerine geldiğinde polislerin de olay mahalline geldiklerini gördüğünü, kazayı kendisinin yaptığını,

İfade etmişlerdir.

Sanık aşamalarda; 29.04.2006 tarihinde inceleme dışı sanık ... ile birlikte ...’de eğlendiklerini, içki içtiklerini, çıkışta ise babası olan inceleme dışı sanık ...’nın gelerek kendilerini otelden aldığını, Nissan marka aracı babasının kullandığını, inceleme dışı sanık ...’in bu aracın arka koltuğuna, kendisinin ise ön sağ koltuğuna oturduğunu, saat 03.00 sıralarında kaza yaptıklarını, kazadan 15-20 dakika sonra polislerin olay mahalline geldiklerini, bu sırada inceleme dışı sanık ...’nın diğer arabayı almak için otele gitmesi nedeniyle yanlarında olmadığını, polis memurlarının kazayı kimin yaptığını ısrarla sorduklarını, daha önceden polislerle arasında bir tartışma yaşadığından kendisinin cevap vermediğini, hiç konuşmadığı hâlde polislerin ısrarlı davranışları karşısında inceleme dışı sanık ...’in bir anlamda tepki mahiyetinde “Ben yaptım.” dediğini, gerçekte kazayı yapanın inceleme dışı sanık ... olduğunu, aracı kullanan inceleme dışı sanık ...’dan şikâyetçi olmadığını savunmuştur.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu üzerinde durulması gerekmektedir.

Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kamu güvenine karşı suçlar" bölümündeki 206. maddesinde; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.

Maddenin gerekçesinde; “Madde, doktrinde `fikrî sahtecilik` olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette `doğruyu söylemek`le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.

Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.

Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.

Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmî belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmî bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.

Bununla birlikte suçun oluşması için kişinin beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.

Yargısal kararlarda ve öğretide; kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olduğu, bir başka anlatımla beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmayıp TCK`nın 206. maddesindeki suçun oluştuğu durumlara;

1- Kişinin, İl Çevre Müdürlüğünce düzenlenen idari para cezasının tahsilini engellemek için düzenlenen idari para ceza tutanağında adresini gerçeğe aykırı şekilde beyan etmesi,

2- Borçlu kişinin, haciz tutanağında kendisine ait malları üçüncü kişiye ait gibi beyan etmesi,

3- Hakkında trafik ceza tutanağı düzenlenecek kişinin, kendisine benzeyen başka bir kimsenin fotoğrafı bulunan sürücü belgesini trafik polisine göstermesi, belgedeki fotoğrafın kişiye benzemesi nedeniyle bu beyanın doğruluğunu araştırma zorunluluğu bulunmayan trafik görevlisince sürücü belgesi sahibi adına trafik ceza tutanağı tanzim edilmesi,

Gibi durumlar örnek olarak sayılmıştır.

Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus; kamu görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmî belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hâllerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde hukuki sonuç doğuran resmî belgeyi düzenlemesi, aksi durumda beyanı reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.

Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun koruduğu hukuki yarar kamu güveni olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.

Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu genel norm niteliğinde olup eylem ayrıca yalan tanıklık, iftira gibi başka bir suçun unsurlarını oluşturmakta ise o suçtan mahkûmiyet hükmü tesis edilmelidir (Veli Özer Özbek-M. Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara 2015, s. 828; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 681).

Uyuşmazlığın çözümünde isabetli bir hukuki sonuca varılabilmesi için suç üstlenme ve suçluyu kayırma suçları üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun ikinci kitabının "Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler" başlıklı dördüncü kısmının "Adliyeye Karşı Suçlar" başlıklı ikinci bölümünde, "Suç Üstlenme" başlığıyla düzenlenen 270. maddesi;

“Yetkili makamlara, gerçeğe aykırı olarak, suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren kimseye iki yıla kadar hapis cezası verilir. Bu suçun, üstsoy, altsoy, eş veya kardeşi cezadan kurtarmak amacıyla işlenmesi hâlinde; verilecek cezanın dörtte üçü indirilebileceği gibi, tamamen de kaldırılabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Kişinin gerçekte hiç işlenmemiş veya başkası tarafından işlenmiş olan bir suçu kendisinin işlediğinden bahisle bildirimde bulunmasıyla oluşan suç üstlenme suçunun, belli akrabalık ilişkisi içinde bulunulan kişilerin cezadan kurtulması amacıyla işlenmesini kanun koyucu cezadan indirim nedeni ya da şahsi cezasızlık hâli olarak kabul etmiştir.

Suç üstlenme, adli makamların hataya düşürülmelerini, isabetsiz hüküm vermelerini ve dolayısıyla itibarlarını kaybetmelerini önlemek amacıyla adliye aleyhine bir suç olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu suçun ihdasıyla, adliyenin kişisel bir takım düşüncelerle hataya düşürülmesi önlenmek istenmiştir. İşlemediği bir suçu yetkili makamlar önünde üstlenen fail, yalnız gerçek suç ve suçluları takiple görevli bulunan adli makamların var oluş amaçlarına aykırı hareket etmelerine neden olacaktır. Bu bağlamda, suç üstlenme suçunun hukuki konusu ile; adliyeye karşı hileli davranışlarla, suçların takibinin saptırılmamasının amaçlanmış olmasından dolayı, Devletin yükümlülüğü olan adil yargılanma hakkının sağlanmasına ilişkin kamusal yarar korunmak istenmiştir.

Suç üstlenme suçu, failin yetkili makamlara gerçeğe aykırı olarak bir suçu işlediğini veya suça katıldığını bildirmesi suretiyle işlenmektedir. Burada failin üstlendiği suç, gerçekte işlenmemiş bir fiile ilişkin olabileceği gibi, işlenmiş bir suç da olabilecektir. Dolayısıyla, failin üstlendiği suça dair gerçeğe aykırılık; üstlenilen fiilin kendisine ya da failine yönelik olabilmektedir (Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Cilt: 6, Ankara 2014, s. 8149).

Bu suçun oluşabilmesi için, failin gerçeğe aykırı beyanını yetkili makamlara bildirmesi gerekmektedir. Burada önemli olan husus, kendisine yapılan bildirim hakkında soruşturma başlatmakla ya da bildirimi soruşturma yapacak mercisine iletmekle yükümlü olan bir makama başvurulmuş olmasıdır. Söz konusu makamlar da CMK`nın 158. maddesinde belirtilmiş olup buna göre konumuza ilişkin olarak bir suça ilişkin ihbar veya şikâyetin, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.

TCK`nın 270. maddesinde "suç" tabiri kullanıldığından, bu suçun oluşabilmesi için gereken diğer bir husus; üstlenilen fiilin, ceza hukuku anlamında bir suç teşkil etmesidir. Bu bağlamda kabahatler ve sadece idari yaptırımı gerektiren ihlâller bu suçu oluşturmayacaktır (Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, s. 8150; Durmuş Tezcan - Mustafa Ruhan Erdem - R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 16. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2018, s. 1220).

Uyuşmazlık konusuyla ilgili "Suçluyu kayırma" suçu ise aynı Kanun`un 283. maddesinde;

“(1) Suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan kimse, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(3) Bu suçun üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin gerekçesinde; “Madde metninde, işlenmiş olan bir suçun failine, suçun işlenişine herhangi bir şekilde iştirak etmeksizin, yardımda bulunulması cezaî müeyyide altına alınmıştır. Bununla güdülen amaç, suç işlendikten sonra failin herhangi bir şekilde yardım görmesini engellemektir. Bu suretle ceza adaletinin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Ceza muhakemesinin amacını oluşturan maddî gerçeğin araştırılıp ortaya çıkarılması ve bu suretle adil bir yargıya varılması, suç şüphesi altında bulunan kişinin dahi esasta menfaatine bir husustur. Çünkü insan şahsîyetinin tekâmülü, ancak hakikat ve adaletle mümkün olabilecektir. Maddî gerçeğin tespitine dayalı olarak mahkemece hükmolunan ceza veya tedbirin infazı, suçlu kişinin işlediği suçtan dolayı içinde bulunduğu kusurluluk durumundan ibra olmasını, yani yeniden topluma kazandırılmasını sağlayacaktır. Bu bakımdan, suç şüphesi altında bulunan kişinin yargılanmasının veya hükümlü kişinin mahkûm olduğu cezanın veya tedbirin infazının engellenmesi, ceza adaletinin gerçekleşmesini engelleyecektir.

Bu suçun konusu, daha önce işlenmiş olan bir suçun işlenişine herhangi bir şekilde iştirak etmiş olan bir kişidir. Kayrılan kişi, önceki suçun faili veya şeriki olabilir. Bu kişi, önceden işlenen bir suçtan mahkûm olmuş bir kişi olabileceği gibi, sadece şüpheli veya sanık olması nedeniyle aranan bir kişi de olabilir.

Sanık veya mahkûm olan kimsenin saklanmasına yönelik her hareket, bu suçun oluşmasını sağlayacaktır. Sanık veya mahkûmun belli bir yerde saklanmasının temin edilmesinden başka; bu kişi, soruşturmanın veya infazın engellenmesi amacıyla örneğin bir başka ülkeye kaçırılmış olabilir. Bu tür fiilleri de söz konusu suç kapsamında değerlendirmek gerekir.

Belirtmek gerekir ki, hakkında tutuklama veya mahkûmiyet kararı verilen kişinin bir yerde barınmasını temin etme durumunda dahi, bu suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Bu suçun oluşabilmesi için, kayrılan kişinin araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması amacıyla hareket edilmesi gerekir. Böyle bir amaç güdülmemekle beraber, kişinin insani mülahazalarla bazı ihtiyaçlarının karşılanmış olması durumunda, söz konusu suç oluşmayacaktır.

Bu suçun faili herkes olabilir. Ancak, izlenen suç siyaseti gereğince, kayırma suçundan dolayı cezalandırılabilmesi için, kişinin önceden işlenmiş olan suça herhangi bir şekilde iştirak etmemiş olması aranmıştır. Keza, kayırma suçunun konusunu belli akrabalık ilişkisi içinde bulunan kişilerin oluşturması hâlinde de cezaya hükmedilmeyecektir.

Kişinin önceden işlenmiş olan asıl suça fail veya şerik olarak iştirak etmiş olması veya suçun konusunu oluşturan kişilerle belli akrabalık ilişkisi içinde bulunması, bu suç açısından sadece bir şahsî cezasızlık sebebi oluşturmaktadır. Şahsî cezasızlık sebebinin bulunduğu hâllerde işlenen fiil suç ve dolayısıyla haksızlık oluşturma özelliğini muhafaza etmektedir. Ancak, kişinin ceza hukuku açısından sorumluluğu cihetine gidilmemektedir.” şeklinde açıklamalar yapılmıştır.

Suçluyu kayırma suçu, adliyeye karşı işlenen suçlar arasında düzenlenen suçlardan biri olarak suçların önlenmesi ve adil yargılanma, ceza adaletini gerçekleştirmeyi amaçlayan adliyenin saygınlığı, adil, dürüst ve usulüne uygun bir yargılama anlamında adliye, adliyenin ceza muhakemesini düzgün bir biçimde yürütmesine ilişkin menfaatini koruma altına almak maksadıyla Kanun`da bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu suçun faili herhangi bir kimse olabilir. Ancak failin önceden işlenmiş olan suçun faili veya şeriki olmaması zorunludur. Failin kamu görevlisi olması ve suçun görevde bağlantılı olarak işlenmesi ikinci fıkradaki suçu nitelikli hâle girmektedir. Son fıkra ise şahsi cezasızlık hâline ilişkindir.

“Suçluyu kayırma” kavramı Kanun`da tanımlanmamış, ancak suç tipinin işlenebilmesi için çeşitli hareketler öngörülmüştür. Suç kapsamında yaptırım altına alınan fiil, suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkân sağlamaktır. Madde metninde imkân sağlamanın hangi şekilde değil, hangi amaçla gerçekleşmesi gerektiği düzenlenmiştir. İmkân sağlamaya örnek olarak şüpheli, sanık veya mahkûmun saklanması, ele geçirilmesinin engellenmesi, bu amaçlarla ona imkân sağlanması gösterilmiştir. Sahte deliller uydurmak, mevcut delilleri gizlemek, değiştirmek, ortadan kaldırmak gibi davranışların bu kapsamda değerlendirilmesinin mümkün olduğu ifade edilebilir. Suçluyu kayırma suçu, Kanun’da seçimlik hareketli, ancak her bir seçimlik hareket bakımından serbest hareketli bir suç olarak düzenlenmiştir. Yani failin, suçluyu araştırma, yakalama, tutuklama, hükmün infazından kurtulması için imkân sağlayıcı her türlü hareketi madde kapsamında cezalandırılmaktadır (Zahit Yılmaz, Suçluyu Kayırma Suçu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C.18, s.1).

Görüldüğü üzere, suç üstlenme ve suçluyu kayırma suçlarının ortak yönü; işlenen suçun gerçek faili hakkında bir araştırma, soruşturma ya da kovuşturma yapılmasını engellemektir. Ancak suç üstlenme suçunda, suçu üstlenen fail üstlendiği suç nedeniyle soruşturma veya kovuşturmaya maruz kaldığı hâlde, suçluyu kayırma suçunda kayıran fail, kayırdığı kişinin işlediği suçu üzerine almamakta ve kayrılan kişinin işlediği suçtan dolayı kendisi hakkında bir soruşturma veya kovuşturma yapılmamaktadır.

Son olarak, fail tarafından işlenen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu, yetkili makamlara gerçeğe aykırı olarak kendisinin işlediğini bildiren üçüncü kişinin, bu eyleminin ceza hukuku anlamında suç teşkil edip etmediğinin belirlenmesi ve bu bağlamda uyuşmazlığın çözümü açısından, alkollü araç kullanımı sırasında gerçekleşen trafik kazalarındaki cezai sorumluluğa dair yasal düzenlemeler üzerinde de durulmalıdır.

5237 sayılı TCK’nın "Trafik güvenliğini tehlikeye sokma" başlıklı 179. maddesinin üçüncü fıkrasında; "Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." hükmüne yer verilip fıkranın uygulanma şartları ise gerekçesinde; "Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişinin cezalandırılması öngörülmüştür. Bu bakımdan, örneğin, uzun süre araç kullanmak dolayısıyla yorgun ve uykusuz olan kişilerin araç kullanmaya devam etmesi hâlinde de bu suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir." şeklinde açıklanmıştır.

TCK`nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen suçun faili, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişidir. Suçun oluşması için tek başına alkol veya uyuşturucu madde etkisinde araç kullanmak yeterli olmayıp ayrıca kişinin alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edip edemeyeceğinin, diğer bir deyişle güvenli araç kullanıp kullanamayacağının tespit edilmesi gerekmektedir (Ömer Metehan Aynural, Soyut Tehlike Bağlamında Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu (TCK 179/3), On İki Levha Yayıncılık A. Ş., 1. Baskı, İstanbul, Mart 2018, s. 42-45).

TCK`nın 179. maddesinin üçüncü fıkrasında sözü edilen alkol, alkollü içki yapımında kullanılan alkol türü olan etanoldür (etil alkol). Promil ise, alınan alkolün 100 mililitre kandaki oranını miligram cinsinden gösteren ölçü birimidir. Alkolün ağırlığı, kanın ise hacmi dikkate alınarak kurulan orantı üzerinden kandaki alkolün promil cinsinden seviyesi belirlenir. Örneğin 0,40 promil, 100 mililitre kanda 40 miligram alkol bulunduğunu gösterir. Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulunca vücuda alınan etil alkolün kandaki seviyesinin ortalama olarak saatte 0,15 promil azaldığının tıbben bilindiği belirtilmektedir.

Maddede hangi orandaki alkolün güvenli araç kullanma yeteneğini ortadan kaldıracağına ilişkin bir ölçüt belirlenmemiştir. Bu nedenle somut olaydaki durumun araştırılması gerekmektedir. Esasen bilimsel olarak da kanda bulunan belirli bir alkol oranının her insanda aynı sonuca yol açtığı söylenemez. Bunda kişinin bünyesel özellikleri, yaşı, cinsiyeti, alkol kullanma sıklığı vb. etmenler rol oynamaktadır. Kandaki alkol oranı, olay tarihi itibarıyla saptanabilmelidir. Önemli olan, suç oluşturduğu kabul edilen davranışın icra edildiği sırada failin kanındaki alkol oranıdır. Kandaki alkol oranının her saat için ortalama 0,15 promil azaldığının bilimsel olarak kabul edilmesi nedeniyle olaydan sonraki saatlerde yapılacak ölçümlerde bu hususun gözetilmesi gerekir. Hâkim, alkol oranını, olay tutanağını, bilimsel görüşleri ve failin aracı kullanma şekli, olay sonrasındaki konuşmaları ve diğer hareketleri gibi harici davranışlarına ilişkin tanık gözlemlerini değerlendirerek suçun oluşup oluşmadığını takdir etmelidir. Önemli olan husus, alkol oranı ve failin olay sırasındaki davranışları gibi bilgilerden hareketle alınan alkol nedeniyle aracı güvenli kullanma yeteneğinin azaldığının tespit edilebilmesidir (Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, s. 5525-5531).

Öte yandan, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu tarafından, 0,30 promil ve altında kan alkol düzeyine sahip olan olan kişilerin aksi ispatlanmadıkça güvenli sürüş (araç kullanma) yeteneklerinin bozulmadığının, 1,01 promil ve üzerinde kan alkol düzeyine sahip sürücülerin ise bireysel farklılıkları ortadan kaldırabilecek ölçüde alkollü olduklarının ve bu seviyede alkol tesiri altındaki sürücülerin emniyetli sürüş yeteneklerinin olumsuz olarak etkilendiğinin kabulü gerektiği, 0,31-1,00 promil kan alkol seviyesine sahip sürücülerin ise güvenli sürüş yeteneğini kaybedip kaybetmedikleri hususunun ivedilikle yapılacak detaylı bir hekim muayenesi ile tespit edilmesi gerektiği belirtilmekteydi. (Faruk Aşıcıoğlu - Belkıs Yapar - Aliye Tütüncüler - Ahmet Belce, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu Açısından Alkol, Adli Tıp Dergisi, cilt 23, sayı 3, 2009, s. 15).

Yine, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulunca, belirlenen alkol seviyesine göre bulguların ortaya çıkma eşiğinde sayılan etkenlere bağlı olarak değişebilen derecelerde bireysel farklılıklar görülmekle birlikte; düşük konsantrasyondan itibaren alkol düzeyinin artışı ile paralel olarak artan derecelerde gevşeme, dikkat azalması, cesaretlenme, çevresel uyarıların algılanmasında yavaşlama, göz ve beyin arasındaki iletişim süresinde uzama, algılanan çevresel uyarıların beyinde işlenmiş veriler hâline dönüşmesinde gecikme dolayısıyla uyaranlara karşı reaksiyon zamanında uzama, beyinciğin etkilenmesi suretiyle denge ve koordinasyonun olumsuz yönde etkilenmesi, ani karar verebilme, direksiyon ve fren kontrolü gibi birden fazla hareketi bir arada yapabilme kabiliyetinde azalma, uyaranları erken fark edip doğru tepkiler verme, istemli göz hareketleri, gözün takip yeteneği, karanlığa adaptasyon, hız ve mesafe tayini gibi becerilerde olumsuz yönde etkilenme, istemsiz göz hareketlerinin ortaya çıkması, uykuya meyil gibi belirtilerin oluştuğu, bu durumdaki bir sürücünün risk alma eğiliminin arttığı, sürüşle ilgili becerilerinde azalma olduğu ve kaza ihtimalinin arttığının bilimsel olarak kabul edildiği belirtilmiştir.

Bu aşamada 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu`nun suç tarihinde yürürlükte bulunan 48. maddesi ile suç tarihinden sonra anılan maddede yapılan değişiklikleri incelemek faydalı olacaktır.

2918 sayılı Kanun`un suç tarihinde yürürlükte bulunan "Alkollü içki, uyuşturucu veya keyif verici maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" başlıklı 48. maddesi;

"Uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin kara yolunda araç sürmeleri yasaktır.

Uyuşturucu veya keyif verici maddelerin cinsleri ile alkollü içkilerin etki dereceleri ve kandaki miktarlarını tespit amacıyla, trafik zabıtasınca teknik cihazlar kullanılır. Tespit usulleri ve muayene şartları, Sağlık Bakanlığının görüşüne uygun olarak hazırlanacak yönetmelikte düzenlenir.

Bu madde hükmüne uymayan sürücüler derhal araç kullanmaktan men olunur.

Toplu taşım araçlarında sigara içilemez. Sigara içenler hakkında 4207 sayılı Tütün Mamüllerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun hükümleri uygulanır.

Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.

Uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi başka bir suç oluştursa bile ayrıca, altı ay hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır ve sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır." şeklinde iken suç tarihinden sonra, 11.06.2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun`un 19. maddesi ile 2918 sayılı Kanun`un 48. maddesinin başlığı “Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" olarak, metni de;

"Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır.

Kişinin yaralanmak veya ölümlü ya da kollukça müdahil olunan maddi hasarlı trafik kazasına karışması hâlinde, ikinci fıkrada belirtilen muayeneye tabi tutulması zorunludur. Teknik cihaz ile yapılan ölçüme itiraz eden veya bu cihaz ile ölçüm yapılmasına müsaade etmeyen bu sürücüler, en yakın adli tıp kurumuna veya adli tabipliğe veya Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşlarına götürülerek uyuşturucu veya uyarıcı madde ya da alkol tespitinde kullanılmak üzere vücutlarından kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır. Bu işlem bakımından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 75 inci maddesi hükümleri, beşinci fıkrası hariç olmak üzere uygulanır.

Trafik kazası sonucunda kişinin ölmesi veya teknik cihaza üfleyemeyecek kadar yaralanmış olması hâlinde, üçüncü fıkra hükümlerine göre bu kişilerden kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır.

Yapılan tespit sonucunda, 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır. Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır. Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise, 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır. Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması hâlinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar.

Yapılan tespit sonucunda, 1.00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.

Hususi otomobil sürücüleri bakımından 0.50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0.20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermesi hâlinde, ayrıca Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.

Uyuşturucu veya uyarıcı madde aldığı tespit edilen sürücülere 3.600 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi beş yıl süreyle geri alınır. Bu kişiler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanunu hükümleri uygulanır.

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılmasını kabul etmeyen sürücülere 2000 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi iki yıl süreyle geri alınır.

Sürücünün uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandığından şüphe edilmesi hâlinde 5271 sayılı Kanunun adli kolluğa ilişkin hükümleri uygulanır.

Alkollü olarak araç kullanması nedeniyle son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde sürücü belgeleri ikinci defa geri alınan sürücüler Sağlık Bakanlığınca, usul ve esasları İçişleri, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine; üç veya üçten fazla geri alınan sürücüler ise psiko-teknik değerlendirmeye ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar.

Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır.

Bu madde hükümlerine göre geri alınan sürücü belgesinin iade edilebilmesi için; ilgili kişi hakkında trafik kurallarına aykırılık dolayısıyla bu Kanun hükümlerine göre verilmiş olan idari para cezalarının tamamının tahsil edilmiş olması; uyuşturucu veya uyarıcı madde alması nedeniyle sürücü belgesi geri alınanların ayrıca sürücü olmasında sakınca bulunmadığına dair resmi sağlık kurumlarından alınmış sağlık kurulu raporunun ibraz edilmesi şarttır.

Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin tespiti için kullanılacak teknik cihazların sahip olacağı asgari koşullar ile diğer usul ve esaslar yönetmelikte gösterilir.” şeklinde değiştirilmiş olup maddenin 6. fıkrasında, yapılan tespit sonucunda kandaki alkol miktarı 1,00 promilin üzerinde çıkan sürücüler hakkında TCK`nın 179. maddesinin 3. fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, 7. fıkrasında ise, hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermeleri hâlinde, ayrıca TCK`nın ilgili hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Düzenlemenin yürürlüğe girdiği 11.06.2013 tarihinde ve sonrasında gerçekleştirilen eylemlerin zikredilen suçu oluşturup oluşturmadığına ilişkin hâkim tarafından yapılacak değerlendirmede "6487 sayılı Kanun`un 19. maddesi ile değişik 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu`nun 48/6. maddesi; `1.00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.` şeklinde düzenlenmiş olup, bu maddeye göre sürücünün 1.00 promilin üzerinde olkollü şekilde araç kullanmasının atılı suçun oluşması için yeterli olduğu...tespit edilen alkol promil miktarının 1.00 promilin altında olması hâlinde ne yapılacağı hususuna gelince; 2918 sayılı Kanun`un...48. maddesinin 7. fıkrasında; hususi otomobil sürücüleri bakımından 0,50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0,20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermesi hâlinde, ayrıca Türk Ceza Kanunu`nun ilgili hükümlerinin uygulanacağı belirtildiğinden, burada taksirle öldürme ve yaralama suçlarında bilinçli taksir hâlinden farklı olarak, maddi hasarlı kazaya karışan bir otomobil sürücüsünün alkol promil miktarının 0,50 promilin üzerinde, yine maddi hasarlı bir trafik kazasına karışan diğer araç sürücülerinin ise alkol promil miktarının 0,20 promilin üzerinde olması hâlinde, 2918 sayılı Kanun`un 48. maddesinin 7. fıkrası kapsamında, TCK`nın 179. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen suçun oluştuğu kabul edilecektir." (Serap Kaygusuz, Yargıtay Uygulamaları Kapsamında Taksirle Öldürme Taksirle Yaralama Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2018, s. 687).

2918 sayılı Kanun`un 48. maddesinin değiştirilmesinden önceki dönemde gerçekleştirilen eylemler yönünden ise, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulunun bilimsel değerlendirmeleri de dikkate alınarak, kanında 0,30 promil ve altında alkol tespit edilen kişilerin aksi ispatlanmadıkça emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edecek durumda oldukları, kanında 0,31 - 1,00 promil alkol tespit edilen kişilerin emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edip edemeyecek hâlde olup olmadıkları hususunun olaydan sonra en kısa sürede yapılacak ayrıntılı bir doktor muayenesiyle belirlenmesi gerektiği, bunun mümkün olmadığı hâllerde bu hususun failin olay sırasındaki davranışları değerlendirilmek suretiyle belirlenebileceği, kanında 1,01 promil ve üzerinde alkol tespit edilen kişilerin ise her hâlükârda emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde oldukları kabul edilmelidir.

Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 04.12.2018 tarihli ve 708-608 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Gelinen bu aşamada "faillik" ve "şeriklik" kavramları üzerinde de durulması gerekmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu`nda, 765 sayılı Kanun`daki “asli iştirak-feri iştirak” ayrımı terk edilerek suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.

Kanun’un 37. maddesindeki; "(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.

(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır" şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.

Kanun’da suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak hâlinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.

Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:

1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.

2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.

Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı “fail” konumundadır. Fiil üzerinde ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır.

"Yardım etme" ise 5237 sayılı TCK`nın 39. maddesinde; "(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.

(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:

a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.

b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.

c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak" şeklinde,

"Bağlılık kuralı"da aynı Kanun’un 40. maddesinde; "(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.

(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.

(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir" biçiminde,

Düzenlenmiştir.

Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına “şerik” denilmekte olup 5237 sayılı TCK’da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanun’un 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.

TCK’nın 39. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.

1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;

a) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,

b) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak,

Olarak sayılmıştır.

2- Manevi yardım ise;

a) Suç işlemeye teşvik etmek,

b) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,

c) Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaat etmek,

d) Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek,

Şeklinde belirtilmiştir.

Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira "yardım etme"yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hâkimiyetinin bulunmamasıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde 2,30 promil alkollü olması nedeniyle emniyetli bir şekilde araç kullanamayacak hâlde bulunan inceleme dışı sanık ...’ün, sevk ve idaresindeki araçla seyir hâlindeyken, direksiyon hâkimiyetini kaybedip takla atmak suretiyle asli kusurlu olarak trafik kazasına ve araç içerisinde bulunan sanık ...’in basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaralanmasına neden olduğu, ancak kaza sonrasında aracın yanına gelen inceleme dışı sanık ...’in karakolda verdiği ifadesinde kolluk görevlilerine inceleme dışı sanık ...’ün kullandığı aracı gerçeğe aykırı olarak kendisinin kullandığını ve kazayı kendisinin yaptığını bildirdiği, sanığın da bu hususu doğrular nitelikte ifade verdiği ve görevli polis memurlarında araç sürcüsünün kim olduğuna dair şüphe oluşması nedeniyle bu olay hakkında düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının sürücü hanesinin boş bırakıldığı olayda,

Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun oluşabilmesi için, kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmamasının gerektiği göz önüne alındığında, dosya kapsamında yalan beyan sonucunda meydana getirilmiş resmî belge olarak kabul edilen trafik kazası tespit tutanağı düzenlenirken görevli polis memurlarınca beyanlara itibar edilmemiş olup duyulan şüphe nedeniyle belgedeki sürücü hanesinin boş bırakıldığı ve sürücü hanesinin neden boş bırakıldığına dair 29.04.2006 tarihli başka bir tutanak daha tanzim edildiği, doğrudan sanık veya inceleme dışı sanıkların beyanlarına itibar edilerek bir belge düzenlenmediği anlaşıldığından sanığın eyleminin resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği,

Diğer taraftan, gerçekleşen kaza neticesinde sanığın yaralanmasının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması, olayda bilinçli taksir hâlinin kabulü durumunda dahi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikteki yaralanmayla sonuçlanan taksirle yaralama suçunun takibinin şikâyete tabi suçlardan olması ve sanığın, yaralanmasına ilişkin herhangi bir şikâyetinin bulunmaması nedeniyle taksirle yaralama suçundan inceleme dışı sanık ... hakkında soruşturma yapılamayacak olması, tüm dosya kapsamına göre de olay yerine sonradan geldiği anlaşılan ve aşamalarda kazaya karışan aracı kendisinin kullandığı yönünde ifade veren inceleme dışı sanık ...’in alkolsüz olması karşısında, kazayı yapan aracın inceleme dışı sanık ... tarafından kullanıldığının kabul edilmesi hâlinde, inceleme dışı sanık ... yönünden sübut bulan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun inceleme dışı sanık ... yönünden oluşmayacağı ve kendi nezdinde oluşmayan suç yönünden de suç üstlenme suçunun işlenemeyeceği,

Olay tarihinde 2,30 promil alkollü olup emniyetli bir şekilde araç kullanamayacak hâlde bulunan inceleme dışı sanık ... hakkında, sevk ve idaresindeki araçla seyir hâlindeyken, asli kusurlu olarak trafik kazasına sebep olması nedeniyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan soruşturma yürütülmesi gerekirken, kaza sonrasında aracın yanına gelen inceleme dışı sanık ...’in, karakolda verdiği ifadesinde gerçeğe aykırı olarak aracı kendisinin kullandığını ve kazayı kendisinin yaptığını beyan etmesi şeklindeki eylemiyle inceleme dışı sanık ...`ün, işlediği suç kapsamında araştırılması ve yakalanmasından kurtulması için imkân sağlayarak soruşturma yürütülmesine engel olmanın amaçlandığı, sanığın da olayın en başından beri verdiği ifadelerde aracı kullananın inceleme dışı sanık ... olduğunu beyan ederek adı geçen inceleme dışı sanıkla fikir ve eylem birliği içerisinde ve birlikte suç işleme kararıyla suçun işlenişi üzerinde hâkimiyet kurduğu, bu suretle inceleme dışı sanık ... ile birlikte hareket eden sanığın, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu işleyen inceleme dışı sanık ... hakkında adli makamlarca yapılacak soruşturma işlemlerinden kurtulması için imkân sağlamaya yönelik eyleminin müşterek faillik kapsamında suçluyu kayırma suçunu oluşturduğu, aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK`nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulması gerektiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.

Öte yandan, itirazın kapsamının sanık ... hakkında kurulan resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile sınırlı olduğu, inceleme dışı sanık ... hakkında aynı suçtan verilen doğrudan 2.000 TL adli para cezasının hüküm tarihi itibarıyla kesin nitelikte olması nedeniyle Özel Dairece adı geçen inceleme dışı sanık müdafisinin temyiz isteminin reddine karar verildiği göz önüne alındığında, sanık yönünden verilen kararın inceleme dışı sanık ...’e bir etkisinin olmayacağı sonucuna varılmıştır.

SONUÇ:

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının DEĞİŞİK GEREKÇEYLE KABULÜNE,

2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 29.01.2015 tarihli ve 24451-1599 sayılı onama kararının sanık ... yönünden KALDIRILMASINA,

3- Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 26.03.2013 tarihli ve 193-108 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin suçluyu kayırma suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK`nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 28.11.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

YORUM EKLE