Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar

Resmi Belgede Sahtecilik Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar

Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar

Resmi Belgede Sahtecilik Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar

Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar

Resmi Belgede Sahtecilik



Resmi Belgede Sahtecilik Örnek Emsal Kararlar


Resmi evrakta (belgede) sahtecilik suçu, kamu güvenine karşı suçlar arasında  sayılmış ve TCK 204. maddesinde  düzenlenmiştir. Resmi evrakta sahtecilik, üç farklı seçimlik hareketle kasten işlenebilen bir suçtur:




  • Sahte resmi belge üretilmesi veya mevcut resmi belgenin gerçeğe aykırı düzenlenmesi,

  • Gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi,

  • Sahte resmi belgenin kullanılması.


Yukarıdaki üç seçimlik hareketten herhangi birinin fail tarafından işlenmesiyle resmi evrakta (belgede) sahtecilik meydana gelir







Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Kanun Maddesi


Madde 204-


(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde,
verilecek ceza yarısı oranında artırılır






Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Kanun Gerekçesi


MADDE 204.– Maddede, resmi belgede sahtecilik suçu tanımlanmıştır.
Suçun konusu resmi belgedir.
Belge, eski dilimizdeki “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kağıt anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kağıt niteliğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa olsun, belge niteliği taşımamaktadır.  Kağıt üzerindeki yazının, anlaşılabilir bir içeriğe sahip olması ve ayrıca, bir irade beyanını ihtiva etmesi gerekir.
Bu yazının belli bir kişiye veya kişilere izafe edilebilir olması gerekir. Ancak, bu kişilerin gerçekten mevcut kişiler olması gerekmez. Bu itibarla, gerçek veya hayalî belli bir kişiye izafe edilemeyen yazılı kağıt, belge niteliği taşımaz. Kağıt üzerindeki yazının belli bir kişiye izafe edilebilmesi için, bu kişinin ad ve soyadının kağıda eksiksiz bir şekilde yazılması ve kağıdın bu kişi tarafından imzalanmış olması şart değildir.
Ancak, bazı belgeler (örneğin poliçe gibi kambiyo senetleri) açısından, belge üzerinde kişinin kendi el yazısı ile imzasının atılmış olması gerekir. Zira, imza, ilgili kambiyo senedinin zorunlu şekil şartını (kurucu bir unsurunu) oluşturmaktadır.
Bir kişinin, düzenlediği belgeye başkasının adını yazması ve belgeyi imzalaması durumunda da bir belge vardır; ancak, bu belge sahtedir. Belge altında adı yazılan ve adına imza konulan kişi, gerçek veya hayali bir kişi olabilir. Bunun, belgenin varlığına bir etkisi bulunmamaktadır.
Bir belgeden söz edebilmek için, kağıt üzerindeki yazının içeriğinin hukukî bir kıymet taşıması, hukukî bir hüküm ifade eylemesi, hukukî bir sonuç doğurmaya elverişli olması gerekir.
Resmi belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği olarak düzenlenen yazıyı ifade etmektedir. Bu itibarla, düzenlenen belge ile kamu görevlisinin ifa ettiği görev arasında bir irtibatın bulunması gerekir. Bu itibarla, bir kamu kurumu ile akdedilen sözleşme dolayısıyla özel hukuk hükümlerinin uygulama kabiliyetinin olması hâlinde dahi, resmi belge vardır. Çünkü sözleşme, kamu kurumu adına kamu görevlisi tarafından imzalanmaktadır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde bulunması gerekmez. Bir metal levha üzerine yazı yazılması hâlinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da resmi belge olarak kabul edilmek gerekir.
Söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır.  Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmesi gerekir.
İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Mevcut olan resmi belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, resmi belgeyi bozmak suçu oluşur.
Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belgenin üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır.
Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Birinci fıkrada tanımlanan suçtan farklı olarak, bu suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belge olması gerekir. Bu bakımdan, resmi belgede sahteciliğin kamu görevlisi tarafından yapılmasına rağmen, düzenlenen sahte resmi belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olmaması hâlinde, bu fıkra hükmü uygulanamaz.
Söz konusu suçu oluşturan hareketler, birinci fıkrada tanımlanan suçu oluşturan seçimlik hareketlerden ibarettir. Ancak, bu bağlamda özellikle belirtilmelidir ki, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi, bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi hâlinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşur.
Maddenin üçüncü fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun konu bakımından nitelikli unsuru belirlenmiştir. Buna göre, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, cezanın belirlenen oranda artırılması gerekir. Bu hüküm, belgelerde sahtecilik suçları ile delil teorisi arasındaki ilişki göz önüne alınarak, daha üstün ispat gücüne sahip belgeyi daha fazla korumak ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak, değişik yorumlara son vermek maksadıyla bir belgenin böyle bir güce sahip olup olmadığının saptanması için kanunlarda bu hususu belirten bir hüküm bulunması gerekli sayılmıştır.



Resmi Belgede Evrakta Sahtecilik Suçuna İlişkin Örnek Yargıtay  Kararlar


Avukat sıfatını henüz kazanmayan stajyer avukat sanık C. Ö. adına, 05.09.2006 ve 22.02.2007 tarihlerinde, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 56. maddesi gereğince “yetki belgesi” düzenlenmesi ve sanık C.’ın bu yetki belgelerini kullanarak mahkemede duruşmaya davalı vekili olarak katılması, icra takip dosyalarında işlemler yapmasından ibaret olayda; 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 26. maddesine göre verilecek muvafakatname ile stajyer avukatların dahi icra takip işlemlerini yapma yetkisinin bulunduğu, sanık C.’ın da yetki belgesi verildiği tarih itibariyle bu statüye sahip olduğunun ve dolayısıyla suça konu yetki belgelerinin kullanılması ile elde edilebilecek olan hukuki sonuçların elde edilmesi mümkün olduğunun anlaşılması karşısında; bu haliyle yapılan sahteciliğin “faydasız sahtecilik” olarak nitelenmesi gerektiği gözetilmeden mahkumiyet kararı verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 11. Ceza Dairesi - Karar: 2014/1687).


Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuştur. Belgede sahtecilik suçlarında önceden verilen rıza üzerine borçlu yerine onun imzasının atılmasında zarar verme bilinç ve iradesi ile hareket edilmediğinden suç kastından söz edilemez.


Suça konu senetlerin sanık tarafından düzenlenip katılan adına imza atılmak suretiyle anılan şirkete verilmiştir. Sanık savunması, katılanın icra aşamasında suça konu senet bedellerini ödemesi ve tanık beyanları ile tüm dosya kapsamından suça konu senetlerin düzenlenmesi konusunda katılanın önceden verilmiş rızasının bulunduğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu ve sanığın zarar verme bilinç ve iradesi ile hareket etmediğinden suç kastının bulunmadığı anlaşıldığından yüklenen resmi belgede sahtecilik suçundan beraati gerekir.(Yargıtay 21. Ceza Dairesi - Karar: 2016/21 Esas No 2015/5074).


“Sahte belgeyle Bağ-kura kayıt ve tescil ettirdikleri anlaşıldığından, yüklenen suçun tüm unsurlarıyla oluşup sübut
bulduğu, sahte belgelerle kazanılan hizmet süresinin bilahare yapılan idari soruşturmada tespit edilerek iptal edilmesinin eylemi suç olmaktan çıkartmayacağı gözetilmeden beraat kararı verilmesi kanuna aykırıdır.” (Yargıtay 11. Ceza Dairesi - Karar: 2006/1506 Esas No 2015/4013)


“Sanığın oluşturduğu sahte belgeden çektiği fotokopi onaysız olup, bu yönüyle suret belge özelliğini taşımadığı, hukuki sonuç doğurmaya elverişli nitelikte olmadığı ve aldatıcılık yeteneğinin bulunmadığı, şirket görevlilerinin belgenin onaylı suretini istememeleri biçimindeki özensiz davranışları nedeniyle ortaya çıkan fiili iğfalin de aldatıcılık yeteneğinin varlığını göstermeyeceği anlaşıldığından, sahte resmi belge düzenleme suçunun unsurları da oluşmamıştır.”( CGK. 14.10.2003, 232/250)


“Resmi belgeyi bozmak, yok etmek ya da gizlemek" suçunun oluşabilmesi için belgenin içeriğindeki bilgilerin anlaşılmaz, kullanılamaz hale getirilmekle birlikte belgenin maddi varlığına dokunulmaksızın ondan faydalanma olanaklarının ortadan kaldırılması ya da belgenin tamamen yok edilmesi gerekeceği, somut olayda sanığın suça konu nüfus cüzdanındaki kimlik bilgileri üzerinde herhangi bir kazıntı ya da silinti yapmadan kimlikteki orijinal fotoğraf üzerine kendi fotoğrafını yapıştırmak suretiyle tahrifat yaptığı belgeyi kullanmaktan ibaret eyleminde resmi belgede sahtecilik suçunun oluşacağı ancak aldatma kabiliyetinin oluşmadığı yönündeki gözlem karşısında unsurları oluşmayan resmi belgede sahtecilik suçu yönünden sanığın beraatına karar verilmesi gerekir.(Yargıtay 11. Ceza Dairesi  E 20121546, K20139334)


Sanığın sahte nakil evrakıyla kaydını yaptırdığı mahalle muhtarlığına, kendisinin fotoğrafı ve katılanın kimlik bilgileri bulunan nüfus cüzdanı talep belgesini hazırlatıp nüfus müdürlüğüne başvurarak sahte hüviyet cüzdanı düzenlettirdiği, yakalandığında polis memurlarına gösterdiği, ancak herhangi bir tutanak tanzim edilmeden gerçek kimliğini açıkladığı hususları göz önünde bulundurulduğunda, eylemin bütün halinde zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmelidir. Sanığın, başlangıçtan beri değişmeyen tek amacı, yakalanmamak ve hapis cezasının infazını imkânsız kılmaktır. Yerel mahkemece resmi belgede sahteciliğin yanında, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan da mahkumiyet hükmü kurulması ve Dairece de, aynı eylem nedeniyle hem “mahkûmiyet” hem de “karar verilmesine yer olmadığına” hükmolunmasının mümkün bulunmadığı gözetilmeden, resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan kurulan hükmün ise, “bu suçtan hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi” gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir. Zira bu halde Özel Dairece zincirleme biçimde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul edilen eylemin bir kısmı bölünerek yerel mahkeme hükmü onanmış olacak, bir kısmı ise “karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş olacaktır. Diğer taraftan, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde bir hüküm çeşidine CMK’nun 223. maddesinde yer verilmemiştir.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2012/11-1356 K. 2014/70 T. 18.2.2014)


 Sanığın 01.06.2005 tarihinden sonra farklı iki gerçek kişi adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı ve maaş bordroları ile V…, Y… K… Bankalarına müracaat ederek, sözleşme imzalayıp kredi kartı alması eylemlerinin, birden fazla belgenin aynı yer ve zamanda düzenlenmediği de nazara alınarak, mağdur banka sayısınca kül halinde TCK.nın 245/2, 43 maddesinde tanımlı olan suçu, temin ettiği bu kartları değişik zamanlarda kullanması fiillerinin mağdur banka sayısınca TCK.nın 245/3, 43 maddesinde yazılı suçu oluşturduğu, başka bir kişi adına sahte belgelerle 01.06.2005 tarihinden önce H… Bank, A… ve /… ‘ndan kredi kartı alması eylemlerinin ise, 5237 sayılı TCK.nın yürürlüğe girmesinden önce kredi kartlarını aldığı dikkate alınarak, 765 sayılı TCK.nın 342/1 madde ve fıkrasına uygun olduğu ve sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ile karşılaştırma yapılarak lehe yasa tespit edilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.


Sahte belgelerle bir bankadan başkası adına ihtiyaç kredisi, ayrı bir finansman kuruluşundan ise farklı bir kişi adına araç kredisi çekilmesi eylemleri; sahte kredi kartı düzenlenmesi ve kullanılması söz konusu olmadığından TCK.nın 158/1-j madde ve fıkrasında tanımlı nitelikli dolandırıcılık suçunu, kredi ve GSM hattı almak için sahte resmi belgeler sunulması ise TCK.nın 212/1 maddesi gözetilerek aynı Yasanın 204/1 madde ve fıkrasında yazılı resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturur. (Yargıtay 8. Ceza Dairesi  E. 2013/20094, K 2014/4097 )


  Sanığın, E. S.’ın kimlik bilgileri ile muhtarlıktan aldığı üzerinde kendi fotoğrafı bulunan sahte nüfus cüzdanı talep belgesini ibraz ederek Nüfus Müdürlüğünden içeriği itibariyle sahte nüfus cüzdanı almaktan ibaret oluşa uygun olarak sübutu kabul edilen eylemlerinin bir bütün halinde zincirleme resmi belgede sahtecilik suçu oluşturduğu gözetilmeden eylemin bölünerek yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik ve yalan beyanda bulunmak suçlarından mahkumiyetine hükmolunması, bozmayı gerektirmiştir. (11. CEZA DAİRESİ Tck 204 E. 2015/585 K. 2015/22144 T. 19.2.2015)


Kriminal Polis Laboratuvarının 30.5.2008 tarihli raporda ve 30.3.2010 tarihli celsede yapılan gözlemde suça konu H.T. adına düzenlenmiş nüfus cüzdanında fotoğraf üzerinde soğuk mühür izinin bulunup bulunmadığının bahsedilmemesi karşısında; belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri mahkemeye ait olduğu cihetle, emanette kayıtlı nüfus cüzdanı yeniden getirtilip incelenmek suretiyle fotoğraf üzerinde soğuk mühür izinin bulunup bulunmadığı duruşma tutanağına geçirilip, belge aslının denetime olanak verecek şekilde dosya arasında bulundurulması, gerektiği ve fotoğraf üzerinde soğuk mühür izinin bulunmaması sebebiyle fotoğraf değişikliği yapılmak suretiyle gerçekleştirilen sahteciliğin ilk bakışta dikkat çekecek nitelikte olduğundan iğfal kabiliyetini haiz olmayacağı bu halde 5237 Sayılı TCK’nın 43. maddesinin uygulanma koşullarının oluşmayacağı, eylemin tek resmi belgede sahtecilik suçu oluşturacağı gözetilmeden ayrıca aldatma yeteneğinin ne suretle gerçekleştiğinin karar yerinde açıklanıp tartışılmadan eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir. ( Yargıtay 11. Ceza Dairesi  E. 2013/2937 K. 2015/923 T. 22.1.2015)


Hekim olan sanıklar hakkında hastaları görmeden ve muayene etmeden kendilerine başkaları tarafından getirilen sağlık karnelerine reçete düzenleyip ilaçlar yazarak imzalayıp kaşeleyerek çeşitli eczanelerce kullanılmasına sebebiyet verdikleri iddiasıyla açılan davada eylemlerinin kanıtlanması halinde resmi belgede sahtecilik suçlarını oluşturabileceği, davaya bakma görevinin ise üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olacağı gözetilmelidir (Yargıtay 4. Ceza Dairesi  E. 2011/3757,  K 2011/4751 )


Emekli Sandığı sağlık yardımından yararlanan hastaların ilaçlarını almak amacıyla sanığa ait eczaneye bıraktıkları sağlık karnelerini, bu kişilerin bilgisi dışında sanık tarafından sağlık ocağında reçete düzenlenip resmileştirilerek, yazılan ilaçlar hak sahiplerine verilmediği halde verilmiş gibi yerlerine imza atılıp bedellerinin Emekli Sandığından tahsil edildiğinin anlaşılması karşısında; sanıkların eylemlerinin görevli memurun resmi belgede sahteciliği ve kamu kurumu zararına nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmelidir(Yargıtay 6. Ceza Dairesi  E. 2003/12837,  K 2005/11624 )


Sahte oldukları ileri sürülen 26 adet reçetenin düzenlendiği tarihlerde mühürlenmelerinin zorunlu olup olmadığı, Numune Hastanesinde düzenlenen reçetelerdeki sağlık ocağı mührünün aldatma yeteneği bulunup bulunmadığı ve rastgele verilen protokol numaralarının hemen anlaşılmasının mümkün olup olmadığının araştırılması, sahte olduğu iddia olunan her bir reçeteye ilişkin ödemenin hangi tarihlerde yapıldığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirlenerek suç tarihlerinin tespiti ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekir.(Yargıtay 11. Ceza Dairesi  E. 2005/1196,   K 2006/4567 )


Resmi belgede sahtecilik suçunun oluşması için, belgenin hukuki sonuç doğurmaya elverişli nitelikte bulunması gerekir. Yine bu suçun oluşumu bakımından belgenin sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup, kullanılması zorunlu değildir. Bu nedenle zarar olasılığının bulunması için belgede yapılan sahteciliğin çok sayıda kişiyi aldatacak nitelikte olması, bir başka anlatımla belgenin nesnel olarak aldatıcılık yeteneğinin bulunması gerekir. Aldatma keyfiyeti belgeden objektif olarak anlaşılmalıdır. Muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfal, aldatma yeteneğinin varlığını göstermez. Trafik kaza tutanağı resmi memurlar tarafından düzenlenebilecek belgelerden olduğundan, resmi belge niteliğindedir. Sanık, söz konusu belgeyi el yazısı ile düzenleyip görevli isim ve imzaları ile aslına uygunluğunu onaylayan bölümlerini başka bir belge fotokopisinden kesip yapıştırarak oluşturmuştur.(Yargıtay Ceza Kurulu 2003/6-232 E, 2003/250 K)


Nesnel ölçülere göre, birçok kimseyi aldatabilecek nitelikte olduğu belirlenen belgelerin sahte olarak memur sıfatını taşıyan sanıklarca düzenlenmesinde memurun evrakta sahteciliği suçunun oluştuğunun gözetilmesi gerekir.(Yargıtay Ceza Kurulu 2001/6-142  E, 2001/147  K)


Sahtecilik suçlarına konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle duruşmayı yürüten ve bu konuda karar verecek hakimin yetki ve görevi içerisindedir. Hakim olayın ortaya çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alıp sahetciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamadığını bizzat saptamalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir. Ancak; bilimsel açıdan kesinlikle neden-sonuç ilişkisi kurulamayan konularda bilirkişiye başvurulabilir. Bilirkişi görüşünü de; olayın bütünlüğü içinde kanıtlara göre irdeleyip değerlendirmelidir. Olayımızda ise yerel mahkeme hakimi yukarıda yazılı hususları araştırmış, belge üzerinde bilirkişi incelemesine gerek olmadığına ilişkin yasal ve inandırcı gerekçeleri göstermiştir. Bu itibarla usul ve yasaya uygun bulunan direnme hükmünü sanığın temyiz itirazlarının reddiyle onanmasına karar verilmelidir. (Yargıtay Ceza Kurulu 1986/6-210  E, 1986/440  K)


Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş bulunulması karşısında, kurulan hükmün henüz sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmadığı, sanık tarafından denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi halinde mahkemece geri bırakılan hükmün açıklanmasına karar verileceği ve söz konusu hükmün açıklanmasından sonra olağan kanun yollarına tabi olacağı, bu aşamada açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümdeki hukuki yanlışlıkların kanun yararına bozma istemine konu yapılamayacağı ancak, ileride açıklanacak hükmün olağan kanun yoluna tabi bulunması nedeniyle, bu yolla denetlenmesi mümkün olduğundan kanun yararına bozma isteminin reddi gerekir.(Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2009/12098 E.2010/549 K)


 Sanık, resmi belgede sahtecilik suçundan yargılanmıştır. Uyuşmazlık, suça konu belgenin aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Dosya kapsamından, sanığın yurt dışındaki bir üniversiteden aldığı diploma için denklik işlemi yapılmasını talep ettiği ve neticede denklik belgesi verildiği, daha sonradan söz konusu diplomanın sahte olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır. Başvuru tarihinde yürürlükte olan bu husustaki yönetmeliğe göre, belgelerin orijinal olup olmadığının araştırılması zorunludur. Bu araştırma ise belgeyi veren kurum nezdinde yapılabilir. Somut olayda, bu hususta bir inceleme yapılmamıştır. İnceleme yapılmış olsaydı, suça konu diplomanın sahte olduğu kolaylıkla anlaşılacak, denklik belgesinin verilmesi de söz konusu olmayacaktı. İdari görevin gerektirdiği araştırma yapılması halinde belgenin sahteliği anlaşılabilecek ise bu durumda belgenin aldatıcılık niteliğine sahip olduğu kabul edilemez. Açıklanan nedenlerle resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı berat kararı verilmesi usul ve yasaya uygundur.(Yargıtay Ceza Kurulu 2007/11-245, 2007/264K)


 Sanık F.Sibel'in kardeşi mağdur Mehmet adına tescilli olan taşınmazı, şikayetçi Durmuş'a satışını gerçekleştirme amacına yönelik olarak, diğer sanıklardan yardım istemesi, fotoğrafı sanık Burhanettin'e ait ve fakat nüfus bilgileri mağdur Mehmet'e ait olan 08.06.2000 tarihinde "kayıptan verilme" nüfus idaresine sahte düzenlettirilmiş nüfus cüzdanı ile aynı gün Beyoğlu Birinci Noterliği'nde "taşınmaz satış yetkisini" havi sahte vekaletnamenin sanık F.Sibel lehine düzenlettirilmesi, 09.06.2000 tarihinde ise bu sahte belgelerle Üsküdar Tapu Sicil Müdürlüğü'nde taşınmazın satışının yapılması için sanık F.Sibel'in başvuruda bulunması, ancak tapu görevlilerinin tapu senedindeki malik Mehmet'in fotoğrafı ile kendilerine işlemlerin ikmali için sunulan nüfus cüzdanındaki fotoğrafın farklı olduğunu farketmeleri üzerine yapılan araştırma sonucu durumun ortaya çıkması şeklinde gerçekleşen somut olayda; sanıklara yüklenen "sahtecilik" eylemlerinin bir bütün halinde "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik" suçunu oluşturacağı ve tek mahkumiyet hükmü kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde sahtecilik suçlarından ayrı ayrı karar verilmesi suretiyle sanıklara fazla ceza tayini, (Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2011/7126 E., 2011/2820 K)


Bilgi Toplama Yönergesine göre, adli soruşturma nedeniyle yakalanan kişilerin aranan kişilerden olup olmadıklarının araştırılması da bu hususta ayrıca ve özellikle bir emir verilmesini gerektirmeyen, rutin olarak yapılması gereken işlemlerdendir”. Kolluk kuvvetleri, bir soruşturma aşamasında rutin bir işlem olarak genel bilgi toplama programında sorgulama yapmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin bu sorgulamayı yapmadan, hakkında arama kararı bulunan bir kişinin serbest kalmasına sebep olması halinde “görevi ihmal” suçunu işlemiş olacağı kabul edilmektedir.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.11.2002 tarihli, 2002/4-255 E. ve 2002/383 K. sayılı kararı)


Sanık Ali'nin, eşine ait pasaportu inceleme dışı sanık Hayriye'ye kullandırmak suretiyle Hayriye ve üç çocuğunun yurt dışına çıkışını sağladığı, Berlin Tegel Havalimanı’nda yapılan kontrolde Alman görevlileri tarafından sahte olduğu tespit edilen pasaporta el konularak Türkiye'ye yalnızca sınırdışı işlemlerine ilişkin kayıtların gönderildiği anlaşılan somut olayda, sanık tarafından H. ile çocuklarının yurt dışına çıkmasını sağlamak için Gaziantep Havalimanı görevlilerine gösterilen ve çıkış işlemlerinde kullanılan pasaportun aldatma yeteneğinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesi amacıyla, Alman yetkilileri tarafından sahte olduğu ilk kontrollerde belirlenen ve el konulan suç konusu belgenin getirtilerek incelenmesi, öncelikle aldatma yeteneği bulunup bulunmadığının mahkemece belirlenmesi, duraksama halinde bu yönde uzman bilirkişiden rapor alınması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik araştırma ile resmi belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyet kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, aldatma yeteneği olup olmadığının belirlenmesine yönelik olarak sahtecilik suçuna konu olan belgenin getirtilip incelenmesi gerektiğinden, sahtecilik suçundan mahkumiyete ilişkin yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.10.2012 tarihli ve 2011/8-335 E. ve 2012/1804 K. sayılı kararı)


"toplam 17 adet tapu senedini "siciline uygundur" şerhi ile imzalayıp Ali A.'nun mirasçılarına verdiği, mirasçılardan Hafize K.'nın doğrudan gelir desteği almak için anılan belgeleri Tarım Müdürlüğüne ibraz ettiği ancak bu kurumda Tarım Bakanlığınca oluşturulan çiftçi kayıt sistemi nedeniyle suça konu tapu senetlerinin gerçeği yansıtmadığının hemen tespit edilip olayın ihbar edildiği anlaşılmış, mahkemece de oluşu bu şekilde kabul edilen olayda tapu kütüğünün aslında sahtecilik yapılmamış olması, tapu sicilinin aleni bulunması, müracaat durumunda gerçek kayıtlara her zaman ulaşılabilmesi nedeni ile suça konu tapu senetlerinin aldatma yeteneğinin mevcut olmadığı nazara alınarak sanığın resmi evrakta sahtecilik suçundan beraatı yerine yazılı gerekçelerle mahkumiyetine karar verilmesi"(Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 14.02.2008 tarihli, 2007/12693 E. ve 2008/920 K. sayılı kararı.)


Açıklanan şu hale ve sanığın sözü edilen parayı edinmesinin düzenlediği belgelerin aldatıcı nitelikte olmalarından ileri gelmeyip, saymanlık görevlilerinin görevlerini savsayıp bordrolardaki dikey toplamları kontrol etmemelerinden kaynaklandığına ve sanığın yaptığı sahte işlemlerin saymanlıkça yapılacak olan basit bir kontrolle kolayca ve kesin bir biçimde meydana çıkacağından, suça konu olan maaş bordrolarında aldatıcılık yeteneği olmadığı (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12.06.1989 tarihli, 1989/161 E. ve 1989/226 K. sayılı kararı)


 PTT dağıtıcısı olan sanığın içinde icra takip dosyası ile ilgili ödeme emri bulunan tebligatı 12.11.2004 günü tebliğ etmesine karşın, tebligatın üzerindeki tarih üzerinde tahrifat yaparak 11.11.2004 günü yapılmış gibi değiştirdiği, suçun konusunu oluşturup dosya içerisinde suretleri bulunan tebligat evraklarının yapılan incelemelerinde, belgeler üzerinde gerçekleştirilen sahteciliğin çıplak gözle dahi ilk bakışta farkedilebildiği, sahtecilik suçunun unsuru olan aldatma yeteneğinin bulunmaması nedeniyle sanığın eyleminin suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK'nın 240. maddesi (01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun'un 257/1. maddesi) kapsamında kaldığının anlaşılması karşısında, sanığın değişen suç vasfına göre eylemine uyan "görevi kötüye kullanma" suçunun yasada gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı TCK'nın 102/4. maddesinde öngörülen asli dava zamanaşımının, kesici son işlem olan mahkumiyet hükmünün verildiği 26.04.2006 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış, sanık müdafiinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta aynı Kanun'un 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen asli zamanaşımı nedeniyle 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞÜRÜLMESİNE (Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2009/331 E., 2011/22669 K)


 

 

 

 

Güncelleme Tarihi: 24 Ekim 2018, 16:13
YORUM EKLE